Less is more yani “az çoktur”. Minimalist olmanın özü bu bence. Az eşyaya sahip olarak alanını genişletmek ve hatta zamanını artırmak. Bir nevi zenginleşmek.
Minimalizm denince birçok insanın aklına sadece atmak, azaltmak, vazgeçmek vs. geliyor. Oysa bu eksik bir tanım. Tabii ki fazlalıklardan kurtulmak bunun bir parçası ama temel noktası eşyaya odaklanmak değil. Odak noktası, daha fazla için yer açmak. Neyin mi daha fazlası?
Daha fazla zaman, tutku, deneyim, gelişim, katkı, mutluluk ve özgürlük...
Minimalizmi ilk ne zaman duydum hatırlamıyorum ama kendimi bildim bileli fazlalıklar beni sıktı. Mesela birden çok parfümü olanların sabah nasıl karar verdiklerini, masalarında 10’dan fazla kalemi olanların o kalemleri kullanmazken neden stokladıklarını, evde dört kişi yaşarken neden 50 tane çay bardağına gerek olduğunu anlayamadım hiç.
Sonra okumaya başladım. Bulduklarım hep yabancı blog’lardı tabii. Direkt olarak minimalizm diye bir kelime bildiğimden ya da araştırdığımdan değil ama sayfalar arasında gezerken “daha az eşyayla yaşamak, sadeleşmek” gibi yazılarda buluyordum kendimi. Giderek kavramlara aşina olmaya başladım. Mesela “declutter” yani dağınıklığı ortadan kaldırmak, ya da “minimalist olmak” gibi. Sonra minimalizm’de “challenge” (meydan okuma) kavramını gördüm ve çok sevdim. Kendim yapamasam da 100 eşya ile yaşamayı seçenler, altı parça kıyafet ile bir ay geçirip çok da rahat edenleri izlemeyi çok sevdim. Zamanla bir baktım ki kıyafetlerimi %50 azaltmış, iki kapılı bir dolaba ve bir şifonyere sığabilir olmuşum. Her yerden çıkan kitaplarımı dağıtıp üç raf gerçekten dönüp dönüp okumaktan zevk aldığım kitapla kalmışım. Kısacası kendimi eşyalarımdan biraz ayırmışım. Bunun beni çok rahatlattığını hatta özgürleştirdiğini fark ettim. Minicik bir not eklemek istiyorum. Minimalist olmak demek kendini bir zorlama içine sokmak değil. Sadece sahip olduğun eşyalara daha gerçekçi bir gözle bakarak onlarla ilişkini gözden geçirmek ve “birinin hatırı için, bir gün lazım olur diye ya da çok para vermiştim şimdi bundan vazgeçemem” gibi düşüncelerle kullanmadığınız, daha da fenası bakınca size sıkıntı veren şeylerden ayrılmak. Yani eşyanın durumuna ve tabiatına göre onu ihtiyacı olan birine vermek, geri dönüştürmek, başka şeye dönüştürmek (upcycle) ya da en son ihtimal olarak çöpe atmak.
Aynı zamanda fark ettim ki (o sıralar) bu konuda Türkçe yazan kimse yok. Bunun üzerine bu konuya bir Türk bakış açısıyla yaklaşma fikriyle 2012 yılında “Türk İşi Minimalizm” isimli blogumu açtım. O blog sayfası zamanla bu siteye evrildi. Burada uzun zamandır, mümkün olduğunca düzenli olarak minimalizm üzerine yazılar paylaşıyorum. Türk işi minimalizm isimli instagram hesabında daha sıklıkla paylaşım yapıyorum. Bazen başka sitelere de misafir yazılar yazıyorum. Sadeleşmek aslında çok geniş bir kavram. Sadece elindekini azaltmakla bitmiyor, buna uyumlu olarak tüketimi de azaltmak, bu konuda bilinçlenmek gerekiyor. Daha da ötesinde dünyada gittikçe yaygınlaşan ve aslında hepimizin dikkat etmesi gereken “sürdürülebilirlik kavramı” bu yüzden benim için oldukça önemli.
Bu yazıyı okuyanlara ise en büyük tavsiyem işe en basitinden başlamaları. Belki odanızdaki bir çekmeceye, işyerindeki masanıza ya da çoraplarınızın durduğu rafa bakar ve öncelikle sihirli bir şekilde teki kaybolmuş çorapları temizlemeye karar verirsiniz. En kolay başa çıkabileceğiniz, bir oturuşta kısa zamanda tamamlayabileceğiniz hangisiyse onunla başlayın. Ne kadar iyi hissettirdiğini görünce sonra zaten devam etmek isteyeceksiniz.
Tabii ki düzenle hareket etmek için size kitabım Sadeleşerek Özgürleş’i okumanızı öneriyorum.
Minimalizmle ilgili diğer tüm yazılarımı Blog sayfası altında kategoriler halinde okuyabilirsiniz. Özellikle bu kavramla ilk kez karşılaşıyorsanız öncelikle 10 öneri yazımla başlayın derim.
Son olarak Koç Üniversitesi'nin davetlisi olarak gittiğim seminerdeki Benim Minimalizm Hikayem videomu da izleyebilirsiniz.