top of page

Arama Sonuçları

"" için 161 öge bulundu

  • Takas Paranın Yerini Alabilir mi?

    Merve’yi uzun yıllar Instagram’dan tanıyorum. Takası cok kullandığını biliyordum. Sonunda kendi hikayesini Türk İşi Minimalizm okurları için paylaştı. Şimdi yıllar geçtikçe geriye bakıp diyorum ki " iyi ki hayatımı değiştirme kararı almışım".Beyaz yakalı bir dünyadan çıkıp gıda üretimi gibi bir işe girişince, dünyanın bambaşka, doğal, samimi bir yüzüyle de karşılaşma şansım oldu. Evet zorlukları çok, evet her gün bir mücadeleye uyanıyorum ama işte o beni her gün içine çeken bir şey yaratma duygusu tüm sorunları arkamda bırakmamı sağlıyor. Bir gün, fıstık ezmelerini kavanozlamış kargoya hazırlarken, bir mesaj aldım. - Sizden ezme almak istiyoruz, biz de çok güzel kuru meyveler yapıyoruz.Fiyatı nedir? Fiyatını söyledim ve zaten sürekli kahvemin yanından eksik etmediğim kuru meyvelerle takas edip edemeyeceğimi sordum. Gülümseyen bir tabii ki geldi.Ben, fıstıkları gönderdim,bir kaç gün sonra mis gibi kuru erikler elimdeydi. Sonra bitip tükenmek bilmeyen zeytin sevgim sayesinde yerel zeytin üreticileri ile tanıştım, sonra çizgi filmlerdeki gibi mantarlar yetiştiren başka bir üretici ile. Fıstık kavanozları gidiyor, yerine zeytin kavanozları geliyordu. Mantarlara, fıstık ezmeli soslar yapılıyordu. Sokakta pazar arabaları ile satış yaptığımız bir etkinliğin son gecesi, tüm satıcılar birbirlerine ürünlerinden hediye etmeye başladı.Eve, kocaman bir kutu, binbir emekle üretilmiş ürünle dönerken aklımdaki son şey dört gündür neredeyse onsekiz saate yakın ayakta olmamdı. Üretmek, doğal olanı insanlara ulaştırmak tutkusuna bir de yepyeni insanlar tanışmanın hazzı eklenmişti. Takas, insana yeniden insana dokumayı öğreten en değerli şeylerden biri belki de. Elinle değil gönlünle vermenin en güzel örneği. Fıstık ezmesi ile kimlere ve nerelere ulaştığımı düşündükçe, geriye sarıp, evimdeki ve işimdeki şeylere bakınca bazen bu paylaşma ve dayanışma duygusunu herkesin hayatında bir kere olsun yaşaması gerektiğini düşünüyorum. Takas deyince insanların aklına belki sadece köylerde buğday verdim, mısır tohumu aldım geliyordur. Ya da dinlerde gezen barter kelimesi bu duyguyu daha modernleştiriyordur. Takas etmeye başladığımdan beri beni en çok saran his, bunun büyük bir gönüllülükle yapılmasından kaynaklanan huzur aslında. Bir ihtiyacı gidermeden çok daha fazlası, çok derin bir paylaşım, emeğimi sana teslim ediyorum, emeğini aynı hürmetle teslim alıyorum fikri. Belki hayal dünyamızı biraz genişletebilmek ve takasın bir al, verden fazlası olduğunu için biraz örnek vermem lazım. Fıstık ezmesi kavanozları bakın neler oldu. Zeytinyağı, ev yapımı sabun şampuan, mantar, ekmek, kahve, çay, kuru meyveler, çiçek, tohum, çanta, t-shirt ve evet bunlar olası zaten diyenler için devamı var ressam bir arkadaşımdan tablo, bir yazarın imzalı kitabı, muhteşem bir heykeltraşın yaptığı heykel, gümüş takı tasarımcısında muhteşem bir kolye, seramik sanatçısından fincanlar ve hayatımın en ilginç diyaloglarından birine şahit olduğum el yapımı bir mandala eser hem de düş ağı şeklinde, üzerinde " follow your dreams" yazısı ile. Bu düş ağı mandalanın hikayesi çok ilginç aslında, gelen mesaj : - Sizi uzun süredir takip ediyorum, fıstık ezmesini de çok seviyorum ama şu anda alma imkanım yok, yolunuz hep açık olsun. Okudum, bir daha okudum. Kim diye merak ettim, instagramda yaptığı harika mandalaları gördüm, bu ülkede sanatla uğraşan herkesin işi hep çok zordur bilirim. - Size yollasam kabul eder misiniz dedim. - Hayır, emeğiniz var hak geçmesin dedi. Gaziantep'ten bir ses, işyeri doldurdu. Hak geçmesin çok derin anlamlar içerir ve öyle dil ucuyla söylenen " hakkını helal et" cümlesinden çok doludur. - Geçmez, içimden geçen bu dedim. Kabul etti sağolsun. Kavanozlar,sessiz sedasız Antep yoluna düştü.... Günler sonra gelen kargo, siyah bir çerçevede içinde düş ağı bir mandala. Hayatımda bu kadar etkilendiğim ilk takastı sanırım. Ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemedim. Hala, evimin baş köşesinde duran bu eser bana, en zor günümde neden yola çıktığımı anlatır.Gün doğmadan uyandığım sabahlarda, rüyalarım o ağa takılır, hadi der devam et. Dünyaya sadece tüketmek için gelmedik. Ne dünyanın nimetlerini ne de birbirimizi. Üretmek, bire bin katmak, olanı yeniden hayatla ve insanlarla buluşturmak insanın doğasında var. İnsan, insana muhtaç. İnsan, insanın gönlünden geçeni alıp, vermeye, bölüşmeye, dayanışmaya, paylaşmaya muhtaç. Takas, bir mal alışverişi değildir, para hesabı yaptırmaz size. Aldım, verdim,gönlüm razı, aramıza para girmesi diyebilmektir. Takasta bu yüzden senin verdiğin az benimki çok denilmez, Sessiz bir gönül rızası geçer elden ele. Emeğin değeri birken bin olur.

  • NEDEN ALIŞVERİŞ YAPIYORUZ?

    Bugün yine bir konuk yazarımız var. Instagram’a şu aralar ara verdi ama bilmiyorum siz bu yazıyı okurken dönmüş olacak mı; @cerenlerinefendisi kendi tecrübelerinden yola çıkarak "Neden Alışveriş Yapıyoruz”u yazdı. Gergin geçen günümün gecesinde, canımdan bezmiş vaziyette uyumamak için inat eden bebeğimi sallarken popüler alışveriş sitesinde şöyle bohem bir elbise alırken yakaladım kendimi. Hiç aklımda yoktu oysa, ihtiyacım zaten yoktu. Durup o an kendimi analiz ettim; 3 çocuklu, yorgun, yapmak istediği çoğu şeye zaman bulamayan bir kadın olarak istediğim şey bu elbise değil, kaygısız, özgür, güneşli bohem günlerimdi aslında. Yani kendime yeni, bohem bir elbise değil, yeni bohem bir hayat alıyordum… Aslında çoğu alışverişimiz böyle. Reklamları farkındalık gözüyle izlerseniz; "şehirli dinamik" erkekler için tasarlanmış arabalar, "ayaklarının üzerinde duran, güçlü" kadınlar için şampuanlar, "kaliteli, dingin" aileler için tasarlanmış ankastre fırınlar görürsünüz. Ne alaka yaa?!?! Amaç sadece ürünü tanıtmak veya yeni çıkan bir ürünü duyurmak olsa, trt spikeri gibi sunucuların sade dekorlar önünde oturup "efendim bu şampuanımız sülfatsızdır, kepek sorununu giderir ve kolay durulanır" falan demeleri gerekir. Oysa ne diyor şampuan reklamında; "hayatınızı değiştirmeye saçınızdan başlayın!!" Niye saçımdan başlıyım kardeşim, hayatımdaki sorun evliliğimse kendime bir boşanma avukatı bularak başlarım, sorunum kiloysa limonlu su içerek başlarım, sorunum çocuğumsa bir bilene danışarak başlarım!!! Hayatımı değiştirmeye saçımdan başlamam için hayatımın temel sorununun kellik olması lazım. Hepimizin hayatı kıyafet dolu, eşya dolu, kozmetik dolu, hiçbir şeye gerçekten ihtiyacımız yok. Bunu gayet iyi bilen pazarlama uzmanlarının bize pazarlayabileceği tek bir şey var; hayal. Yeni bir ben, yeni bir imaj, yeni bir hayat… Siz sümsük bir insansanız istediğiniz deri montu alın asla asi kıza dönüşemezsiniz. Hayatınızdan memnun değilseniz, hiçbir saç boyası size mutlu bir hayat veremez. Hiçbir otele gittiğiniz için kocanızla romantik bir çifte dönüşemezsiniz. Böyle okuyunca çok aptalca geldiğini biliyorum ama işte bu saçmalıkların hepsine bir an inanıyoruz ve o alışverişi yapıyoruz. Almak, insanı çok kısa bir an mutlu eder, siz hiç istediği çantayı aldı diye 1 yılını mutlu geçiren birini gördünüz mü? İnsanı, insan mutlu eder, sohbet mutlu eder, çay-simit mutlu eder, iyilik yapmak mutlu eder…

  • Bohçalama ya da Furoshiki

    Furoshiki ya da bohçalama (hatta çıkılama). Hatta değiştiriyorum; bizim kültürümüzde bohçalama ama Japonlara göre Furoshiki ; amaç ikisinde de aynı. Paket yaparken kumaş kullanmak, bunu olabildiğince şık, düzenli şekilde yapmak. Ben paylaşımlarımı yaparken hep Furoshiki’den örnek veriyordum çünkü bohçanın hediye verirken kullanıldığını hiç görmemiştim. Gelin bohçasının bile artık bavulla yapıldığı bu dönemde bohça kavramını da tekrar güncel hale getirmemiz lazım galiba: ) Yeni yıl öncesinde bir örnek paylaştım, bu sistemin güzelliği eldeki kumaşları değerlendirmek aynı zamanda. Mesela parça kumaş ya da kullanmadığınız bir fuları kullanabilirsiniz. Ya da çok sevdiğiniz bir kumaş alıp hediyeyle beraber bunu da hediye etmiş olabilirsiniz. Bohçalamak tek çeşit ama Furoshiki usulü kaplama elinizdeki malzemenin boyutuna ve şekline göre değişiklik gösterebiliyor, mesela bir kitapla bir şişeyi kaplamak için farklı yerleşmiş yöntemler var. Peki sizde hediye paketini bohçalama fikri ne duygular uyandırdı, biraz da ona bakalım mı? Öncelikle bohça adetini hala yaşatanlar vardı. Mesela bir takipçi bize damat, gelin bohçaları geleneğini hatırlattı. “Düğünlerden önce ve sonra kız tarafı ya da erkek tarafı birbirlerine hediye hazırlarlar. Bu hediyeleri ipek, beyaz hatta işlemeli bohçalara sarıp kırmızı kurdele ile süslerler. Bohça bezleri saklanır ve bir kere daha kullanılmak üzere kaldırılır. Eskiden beri devam eden bu adet hala devam ediyor” üstelik bakın kendisi de bu yöntemi canlı tutuyormuş: “Bana da bu şekilde hediye götürmek daha hoş ve zarif geliyor. Geçenlerde abimin bir bebeği daha oldu. Bu şekilde bohça yaparak götürdüm. Kağıt bir paketten daha zarif oldu hem de atık oluşmadı”. Bursa’da bohçaya bohça "dürü" deniyormuş. “Kahvemtermosta”ya atıfla #hediyembohçada “ fikrini öne sürdü mesela bu paylaşımı yapan takipçi: ) Bir güzel örnek de Eskişehir'den geldi. Kendi düğününde de yapan takipçimiz yine bebek hediyesini bohça yaparak götürmüş. Bizim takipçiler çok maharetli, bakın başka bir tanesi ne yapmış: “Ben de doğumda odaları süslediğim tülleri bir kutuya kaldırdım, onları kesip kesip kullanıyorum hala özellikle hayal tülü çok severim hediyeyi ona sarıp farklı renkten de ince kesip onunla bağlıyorum bazen şeker paketi gibi iki yandan bazen isteme çikolatası gibi tepeden el emeği ile yapılmış paket içinde ne olursa olsun kıymet kokmaz mı zaten” . Bir tül paylaşımı daha gelsin mi: ”Perdeciden aldığım artık tüller, ütülerken yaktığım ipek gömleğim, eski başörtülerim gibi şık kumaşları kullanarak irili ufaklı keseler diktim. Hediyelerimi bunların içine koyuyorum.” Belki hazırlığı biraz sürmüştür ama harika bir yöntem. Bu konudaki en enteresan fikir yastık kılıfı ve kurdele ile geldi. Yastık kılıfı keseye benzediği için bu güzel fikir için de teşekkür ediyorum. Kumaş elimizde yoksa tabii ki dergi kağıdı, gazete kağıdı, kese kağıdı ile de sarabiliriz, bir takipçimiz bunun daha da nizami, düzenli duracağını söyledi. Haklı da bence. Yine onun yorumundan alıntılıyorum; “Üzerine bahçeden, doğadan topladığımız dal, yaprak, fındık kabuğu, mini kozalak vs süsleme yapılabilir. Hatta gazete kağıdından şekil vererek ve üzerine boyama yaparak süsleyebiliriz.” Vallahi şahane de olur bence de. Bu fikirler bir dahaki hediye paketlemenizde size fikir olsun .

  • Kaybetseydim tekrar alır mıydım?

    Eşyaları elemek sandığınızdan kolay olabilir. Mesela bu soru yani Fumio Sasaki’nin kitabından sorduğu “Kaybetseydim tekrar alır mıydım” sorusu bir çok “Ama aldım artık, ya lazım olursa” gibi soruları sorduran eşyalarda işinize yarayabilir. Kendi adıma yemek yaparken kullandığım kaşıklıkla böyle ayrıldım. kaybolmadı ama kırıldı ve sonra bir daha almadım. Sizin de böyle hep elinizin altında olan ama kaybolunca, bozulunca meğer pek de lazım dediğiniz şeyler oldu mu? (Yemek kaşığını çay tabağına koyuyorum işim bitince hepsini yıkıyorum. Bu fikir @sadeevim den geldi aklıma🏻‍♀️) . Bu arada benim gibi kırıklığan kaşıklığının yerine yenisini almayan bir çok kişi çıktı. Başka ne eşyalar vardı dersiniz? Mesela kaybetmeyen ama taşınınca kutularını açmayı unutan bir takipçimiz vardı. Aylar sonra bulduklarında içindeki vazoların ne kadar gereksiz olduğunu fark etmişler ve 1 tanesini alıp gerisini dağıtmışlar. Ya da yazlık kışlık hurçlar olur ya, bir hurcu indirmeyip içindeki kıyafetleri unutanlar, koca bir mevsim boyunca yokluğunu fark etmeyenlere ne dersiniz? Birisi havan örneğini vermiş. “Yıllardır yok şimdi sarımsakları bıçak kenarıyla eziyorum ya da minik rendeyi kullanıyorum” Bir de kırılmasını beklemeyenler ama bu eşyayı azaltmak için bir bahaneyle hediye edenler var. Mesela, “Arkadaş ziyaretine giderken kek, kurabiyeleri kullanmadığım meşhur borcamlarla götürüyorum eksilsinler diye.” Sizde durumlar nasıl? Yorumlarda paylaşın birbirimize fikir verelim.

  • En sevdiğiniz yazarlar

    Şimdi yeni bir kitabı çıksa her şeyi bırakır koşa koşa gider alır ve okurum dediğiniz yazarları merak ettim ve sizden gelenleri toparladım. Belki size de henüz okumadığınız bir yazarla tanışma şansı verir. İsimleri sizden gelen önerilere göre dizdim. En çok önerilenden en aza şeklinde. Zülfü Livaneli Azra Kohen Haruki Murakami Orhan Pamuk Şermin Yaşar Hakan Günday Ayşe Kulin Nermin Yıldırım Elif Şafak Ahmet Ümit Barış Bıçakçı Ayfer Tunç Ece Temelkuran Nazan Bekiroğlu İskender Pala Amin Maalouf Khaled Hosseini Tarık Tufan Serkan Karaismailoğlu Paul Auster İclal Aydın Buket Uzuner Sunay Akın Burhan Sönmez Dan Brown J.K.Rowling Adam Fawer Ted Dekker Kaan Murat Yanık Alice Miller Funda Uçuk Er İlber Ortaylı Sepin İnceer Tülay Kök Murat Kaplan Murat Menteş Alper Canıgüz Bahadır Cüneyt Yalçın İhsan Oktay Anar Isabel Allende Mahir Ünsal Eriş Çetin Çetintaş Ebru Şinik Osman Müftüoğlu Sema Kaygusuz Murat Gülsoy Jean-Christophe Grangé Uğur Koşar Sinan Yağmur Sara Shepard Nihan Kaya İpek Ongun Tom Robbins Murathan Mungan Terry Eagleton Nurdoğan Arkış Margaret Atwood Nejat İşler Celil Oker Marc Levy Oya Baydar

  • ALMAK YA DA ALMAMAK İŞTE BÜTÜN MESELE BU!

    Bugün bir konuk yazarımız var : Semra, bugüne kadar uzun zamandır mesajlaştığımız hatta bir seminerde tanıştığımız Semra kendi hikayesini anlattı: Ben Semra, 35 yaşındayım. Hayat yolunun (yolculuğunun) tam olarak neresine tekabül eder bilemiyorum ama sadeleşme yolculuğumun başında olduğumu hissediyorum. Yoğun bir iş hayatı, evdeki sorumluluklar, ev dışı sorumluluklar, çocuğuma yetebiliyor muyum hissi, kendime zaman ayıramamak, hızla akan zaman ve daha fazlası… Hepsi bir olmuş üstüme üstüme gelirken kendimi bütün bunların arasında bölünmüş, parçalanmış gibi hissediyordum. Her şey o kadar hızlı ve acildi ki – bir de çok aciller vardı- dörtnala giden bir at sırtında geçiyordu sanki hayat... Aslında belli rutinleri olan, düzenli bir hayatım vardı. Başak burcunun bir mensubu olarak aksine tahammülüm de yoktu zaten. Bir günde 24 saat vardı ve elimde 24 saati aşan yapılacaklar listesi vardı. O yüzden durmanın, dinlenmenin ya da hayatın bana söylediklerini dinlemenin hiç sırası değildi. Hani o meşhur reklamdaki gibi “koş yoksa düşersin” diyordu kulağıma bir ses. Bir dönemim, hatta uzunca bir dönemim böyle geçti. Sonra o parçalarımın dağılıp paramparça olduğu, kendimi çaresiz, sıkışmış hissettiğim bir döneme girdim. Bu dönem bir önceki kadar uzun sürmedi. Çünkü bu sıkışmışlık hissi öylesine rahatsız ediciydi ki, bana: “Bu böyle gitmez, bir şeyler yapmalıyım.” dedirtti. İyi ki de dedirtmiş. Derdime derman arıyordum. Ve bu konuda ısrarlıydım. Herkesin günü 24 saatti. 24 saate kaçak kat çıkılmasını talep eden bir ben miydim yani? Madem sığılıyordu 24 saate ben de öğreneyim bunu dedim. J Dersime çalışmaya başladım. Ruhumu genişletmek, hayatımı kolaylaştırmak için sosyal medyadan, kitaplardan ve tabii ki güzel insanların önerilerinden faydalandım. Okudum, not aldım, uygulamaya çalıştım. Bunları yapabilmek için de haliyle zamanda yer açmam, bir şeylerden feragat etmem gerekti. Ve ben çalıştığım bu dersin sonunda bir şeyi fark ettim. ;) Neyi? Yapmak istediğim biiiiir sürü şey vardı. (Kendimi bildim bileli böyleydim J) Ve de yapmam gereken biiiiir sürü şey. Haliyle zaman yetmiyordu. Kendimi içinde bulunduğum bu sıkışmışlık hissinden kurtarıp maddi manevi daha da rahatlamak için bir çalışmaya girişmiştim. Bunu yapmak için de bazı şeylerden feragat ettim. O zaman yapmam gereken şey tam da buydu. Yapmak istediklerim ve yapmam gerekenler içerisinde hangilerini gerçekten yapmam gerekiyor? Gerçekten hangilerini yapmak istiyorum? Aciliyet durumları nedir? Bunları belirlemem ve bunların dışında kalanlardan feragat etmem gerekiyordu. Çünkü bunu yapmazsam bu kadar yarımdan bir tam çıkmayacaktı ve yine geride kalan her yarım zihnimin peşini bırakmayacaktı. Sonra Ne yaptım? Önceliklerimi ve bana nelerin iyi geleceğini belirlemeye çalıştım. Bazı şeyleri yapmayı çok istesem de gerçekçi davranarak vazgeçtim veya öteledim. Gün içinde kendime azıcık bile olsa zaman ayırmaya çalıştım. Durmaya, dinlenmeye ve akışı dinlemeye ayrılmış küçücük zamanlar… O dönem bu güzel küçük zamanlardan en güzeli canım arkadaşım Duygu ile çalıştığımız firmanın bahçesini turlarken hayaller kurmaktı. J Eskiden zaman kaybı olarak gördüğüm küçücük güzel zamanların aslında büyük bir rahatlama ve motivasyon aracı olarak geri döndüğünü, bana beklediğimden çok daha fazlasını verdiğini gördüm. Oduncu hikayesindeki; durmaksızın çalışan oduncudan, dinlenip baltasını bileyerek daha fazla iş çıkaran oduncu gibi artık baltamı bilemeyi biliyordum. Artan dopamin seviyesi bir nevi baltamı keskinleştirirken o rahatsız edici zaman yetmiyor ve yetmeyecek hissi de azalmaya başlıyordu. Sonra en çok zamanımı çalan konuları tespit etmeye ve bu konularda nasıl zamandan tasarruf edebilirim düşüncesine kafa yormaya başladım. Daha pratik tarifler, temizlik tüyoları, saklama & depolama ipuçları vs. derken aslında hayatımdaki eşyaların gereğinden fazla olduğunu fark ettim. Hiçbir zaman çok fazla satın alan birisi değildim ancak evdeki eşyaları düzenli olarak gözden geçirmeyince yıllar içinde birikmeler olmuştu. Dün gerekli görünen bugün değildi, dün giyebildiğim bir kıyafet bugün giyilemiyordu ama hepsi bir arada duruyordu. Üstüme gelen bu fazlalıklar bir yeri düzenleme ve temizlik yapma isteğimi de köreltiyordu. Sanki bize hizmet etmesi gereken eşyaya biz hizmet ediyorduk. Çözüm olarak iki adet liste tutmaya başladım biri o ay eve giren –hızlı tüketim harici- kalıcı her eşya & malzemenin listesi diğeri ise o ay evden çıkardıklarımın listesi. Motivasyonumu korumak için kendime aylık, yıllık hedefler koydum. Evden ayrılanların yerlerinde oluşan küçük boşluklar büyük mutlulukların sebebiydi… Sadeleştim bitti mi? Hayır. Çünkü sadeleşmek biten bir şey değil, çünkü “ya lazım olursa” düşüncesi baskın biriyim, çünkü eşyaya anı değeri yükleyen biriyim, çünkü hobilerimiz var, dolayısıyla evde hobi malzemelerimiz var. Ama yine de “eşyaya dönüp sen bana gerçekten lazım mısın?” dediğimde evden; atılacak, bağışlanacak, dönüştürülecek, birilerine hediye edilecek bir sürü şey çıkıyor. Bunun yolu da “istek mi ihtiyaç mı” kavramını öğrenmekten geçiyor. Sadeleştik, sadeleşiyoruz, duruyoruz, dinleniyoruz, dinliyoruz, kendimize, sevdiklerimize küçük de olsa vakit ayırıyoruz. Peki şimdi bitti mi? Tabii ki hayır. Hatta asıl iş burada başlıyor zannımca: “Almak ya da almamak işte bütün mesele bu.” İstek mi ihtiyaç mı sorusunu evimizdeki eşyalara yönelttiğimiz gibi evimize girmeye aday eşyalara da yöneltmemiz gerekiyor. Peki neden? Her eşya bize sunduğu konfor ile beraber yükümlülükler de getiriyor. Buna gerçekten değer mi diye düşünüyorum. Diğer ve daha önemli bir sebep ise, uzun zamandır ilgi alanıma giren sıfır atık felsefesinin “Düşün, ihtiyaç değilse tüketme” diye seslenen ilkesi. Fazlasına rahmetli Hayrettin Karaca’nın dediği gibi “Param var ama hakkım yok!” Kültürüm, inancım, yaşamın doğal dengesi, etik değerlerimiz hepsi aynı şeyi söylüyordu ama durup dinleyecek vaktim yoktu. Ne vakit durup dinledim o vakit kendime geldim diyebilirim. Ne değişti? Artık alsak alsak bedavaya ne alsaklar, şahane, muhteşem, efsane cumalar, eşi benzeri görülmediği iddia edilen kampanyalar eskisi gibi ilgimi çekmiyor. Sahip olduklarımın bana yeter ve artar olduğuna kanaat getireli yani Nisan 2019’dan beri -yaklaşık 22 ay - iki çift çorap dışında kendime alış veriş yapmadım (Kıyafet, ayakkabı, çanta, aksesuar, kozmetik hepsi buna dahil). Kendimi almamak için zorlamıyorum, gerçekten ihtiyaç hissetmiyorum. Hissettiğim şey hafiflik ve daha da hafiflemek istiyorum. Hafiflemek İçin Neler Yaptım? Birbirine benzer veya birbirinin yerine kullanılabilecek şeyleri bir araya topladım. Böylece hem daha derli toplu oldu hem de neyden ne kadar var gördüm. Çalışırken vakit ayıramadığım küçük tadilat işleri yüzünden kıyıda köşede bekleyen tüm giysileri büyük bir çantaya doldurdum ve vakit buldukça onları azalttım, tadilat gereken yeni şeyler de direkt bu çantaya giriyor artık. Bazı şeylerden tamamen vazgeçtim (Örneğin: Tek kullanımlık plastikler). Bazı şeyleri azalttım (Örneğin: Bol kimyasallı temizlik malzemeleri). Bir şey satın almadan önce evde onun yerine kullanabileceğim şeyler var mı diye bakmak önceliğim oldu. Yıllardır geri dönüşüm atıklarını ayırıyordum buna ilave olarak ileri dönüşüme ağırlık verdim. Onlarca oyuncak yaptık evde. J Nihayetinde daha az atık çıkarır oldum. Sadeleşme yolunda herkesin ihtiyaçları, istekleri, öncelikleri başkadır. Ve bu yolda tek bir doğru yoktur. Önemli olanın kişinin kendini iyi hissetmesi ve buna yönelik adımlar atması olduğunu düşünüyorum. Bu yolda… …İlham aldığım sözler: Türk işi minimalizm’in daha önce paylaştığı: “Her şey önemli hale geldiğinde hepsi önemini yitirir.” Courtney Carver “Bir avuç insanın mükemmel şekilde sıfır atık yaşamasına değil, milyonlarca insanın bunu eksik de olsa yapmasına ihtiyacımız var.” Anne Marie Ve : “…çoğunu yapamadığın şeyin azını terk etme kardeşim.” @betulsonmezoztekin “Mükemmel iyinin düşmanıdır.” Voltaire …Yoldaşım olan kitaplar: Sıfır Atık 101 Yol – Kathryn Kellogg Basit ve Mutlu Yaşam - Selen Baranoğlu Bana Bir Sade - Selen Baranoğlu Sihirli Değnek - Şermin Yaşar Prokrastıneyşın - Tymothy A. Pychyl Ve son olarak sadeleşme yolundaki adımlarımda büyük payı olan, bana çok iyi gelen ve bu yazıyı yazmak konusunda beni teşvik eden @turkisiminimalizm Sevgili Hale’ye çok çok çok teşekkürlerimle… :)

  • Zamanında birikim yapmak varmış

    Annem ilk çalışmaya başladığımda “Kızım her ay kenara bir çeyrek altın koy” demişti, ben tabii bir iki ay gerçekten de bunu yapsam da sonra siz diyin gençlik ben diyeyim evlenen, çocuklanan arkadaşlar annemin altın biriktirme öğüdü yalan oldu. Hatta bunu Ege ile yaptığımız Para videosunda da anlatmıştım. O videodan aldığım bir parçayı Instagram’da paylaştığımda umduğumdan fazla ilgi gördü. Hele “Sizin de ah ben neden büyük sözü dinlemedim dediğiniz anlar var mı” sorusu hepimizin içini dağladı. Meğer bu ulusal anne nasihatımızmış. Açıkçası şimdiki aklımda olsa ilk maaşımdan itibaren kenara para koyardım. İlla çeyrek altın olmasına gerek yok (ki şimdiki fiyatına bakmamak lazım, ilk işe başladığım 2006-7 gibi çeyrek altın her ay alınabilir bir şeydi) . Bugün işe başlasam her ay 100 TL’den fazla bir parayı kenara koymaya niyet ederdim maaşım ne kadar olursa olsun. Çünkü 1 >0. Ama geç değil. Aklımız başımıza geldiği andan itibaren harekete geçmeli. Hadi birikim yapmaya başlıyor muyuz? Bir kısım benim gibi annesini dinlemeyip altın almadığına dert yandı, altını geçtim bari döviz biriktirseydik diyenler vardı. Sadece anneler değil babalardan da geliyormuş benzer öneriler, birisi ise babasının taksitle araba alma önerisini reddettiğine oldukça pişmandı. Annesini dinleyenler de çıktı elbet, hatta o altınlarla ev alanlar ya da evlenince evini düzenler vardı. Hatta bir kişi anne olunca biriktirmeye başlamış ve biriktirdiği altınlarla çocuğu ehliyet alınca ona araba almış. Bence şu da oldukça yatırımcı kafası: 20 yaşındayım devletin verdiği üniversite öğrencileri için KYK kredisi ile altın aldım, şu anda hem kredi borcunu ödüyor hem de üstüne fazladan elime para kalıyor. İlk işe başladığında çeyrek altının fiyatını hatırlayanlar vardı, mesela 2001’de çeyrek altın sadece 23 TL imiş desem size. Daha güncel bir yöntem olarak bireysel emeklilik de öneriler arasındaydı, hatta bireysel emekliliğe giren orda bir süre geçiren ve tazminatını alan bile takipçimiz vardı. Peki biraz nostalji? Parasını biriktirip mark alıp biriktiren o marklarla telefon alan (yine bir parantez gerekli, cep telefonları ilk çıktığında yeni bir teknoloji oldukları için gerçekten çok pahalılardı) bir takipçi sayesinde “A evet mark diye bir şey vardı” diye hatırladık, hatırlamayanlar ise Google’a başvurabilir. Çok gelen bir sitemkar yorum da çeyiz hazırlarken ya da kıyafet alışverişine giden paralardı. Şimdiki aklım olsa diyenler ve çeyiz baskısına baş kaldıranlar da az değildi. Evet siz bu yorumların hangi tarafındasınız? Biriktiren mi, pişman olan mı?

  • Elektronik atıkları ne yapmalı?

    Elektronik atıklarınızı evdeki klasik geri dönüşüme atmıyorsunuz değil mi? Belki de oraya atmamak gerektiğini biliyor ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz, o zaman bu size bir hatırlatma olsun. Öncelikle elektronik atık demek bir zamanlar elektrik ya da pille çalışmış ve artık çalışmayan- çalışması mümkün olmayan şeyler demek, eski telefonlar, şarj kabloları, çocuğunuzun sesli- ışıklı oyuncakları, televizyon, saç kurutma makinası, bilgisayar… hepsi bu kategoride. İçlerinde bulunan sayısız zehirli elementin doğaya karışmaması için normal çöp kutusuna atılmaması, hatta geri dönüşebilmesi için de klasik kağıt/metal/plastik koyduğumuz geri dönüşüm kutularına konmamaları gerekiyor. Size bu atıkları yönlendirmek için 3 önerim olacak: 1. Benim de başvurduğum, @tegv ; Size en yakın PTT şubesine elektronik atıklarınızı paketlenmiş halde götürüp 902513042 numarasını vererek ücretsiz şekilde kargolayabilirsiniz. Bu yöntemle toplanan atıkların hurda bedeli TEGV’e bağışlanmış oluyor. 2. @turkcell de kendi noktalarında toplama yapmaya başladı. Onlar ise tekno atık demişler ve cep telefonu, usb kablo, radyo, bilgisayar, yazıcı, kulaklık, tablet gibi elektronik eşyaları kabul ediyorlar. Yine burdan elde edilen gelir TEGV ve 2020 Eylül’ünden beri @kahev2018 e bağışlanıyor. 3. @eagdtr nin Empact uygulamasını indirerek onlara talepte bulunabilir ve Çevre Bakanlığı’ndan lisanslı bir firmanın gelip atıklarınızı almasını isteyebilirsiniz. Bu uygulamada Geri dönüşüm için verdiğiniz tüm elektronik eşyaların yaşam hikayesini takip edebiliyorsunuz. Sosyal bir girişim olan Empact de burdan elden edilen gelirim eğitim projelerine aktarıyor. Şimdiii, bilgisayar, telefon vs teslim edeceklerde akıllarda tek soru: Peki verilerim ne olacak? Bu sistemlerin hepsi izinli olduğu için hepsi belli kurallar çerçevesinde hareket ediyorlar ve eğer bilgisayar, tablet, telefon vs’de veri varsa mutlaka imha ediyorlar. Peki sizin evinizde böyle ne yapacagınızı düşündüğünüz elektronik atıklar var mı? Hadi artık çekmeceleri şu kullanmadığınız kablolardan vs kurtaralım. Bu paylaşıma Instagram’dan gelen yorumlara istinaden orda da açıkladım bazı bilgileri alta madde madde eklemek istiyorum: CD’ler de elektronik atık, oraya atılmalı. Belediyenizin hali hazırda elektronik atık kumbarası olabilir, evinizden alıyor olabilir, bunu mutlaka sorgulayın. Piller elektronik atık değil, onlar ayrıca toplanmalı, piller için https://tap.org.tr/pil-biriktirdim/ adresine başvurabilirsiniz. Ampüller de aynı şekilde elektronik atık değil, ayrıca toplanmalı, üreticiye başvurabilirsiniz, bazen büyük AVM’lerde toplanma alanları olabilir, yine belediyenize sormanızı öneririm. Büyük beyaz eşyalar da çok soruluyor, burda ise sizden gelen bir yorumu aynen ileteyim: Özellikle taşıması zor olan büyük beyaz eşyalar konusunda atık hattını veya temizlik işleri müdürlüğüne başvuru yapılabilir. Bir de yeni bir beyaz eşya aldığınızda eskisini servis veya bayi sorunsuz şekilde teslim almak zorundadır.

  • Ispanaklar sadece yapraklarından ibaret değil

    Sizce ıspanak böyle yapraklarından mı ibaret? Aralık ayında Instagram hikayelerinde sorduğum soruya gelen cevaplara göre yarımız için öyle. O zaman bir minik hatırlatma olsun dedim. Bazen kendi bildiğimiz şeyleri karşımız da biliyor gibi düşünüyoruz. Oysa dün bu hikayeyi paylaşınca mesajlardan gördüm ki denemeyen yemeyen çok varmış. Hatta gıda atığı konusunda en güvendiğim danışanlarımdan biri bile kompost sayılır mı dedi bu da bana hepimizin her an öğrenmeye ne kadar açık olduğunu hatırlattı. Öncelikle benim için en lezzetli ıspanak çiğ çiğ yeneni. Kırmızı soğanla birleşince bence tam bir kış salatası. Ama bu herkes için uygun bir tat olmayabilir saplarıyla ıspanak yemeği yapılırken (bizim evde çiğ seven tek benim) benim tıkır tıkır yediğim bir şey. Bana göre tadı normal ıspanağa göre birazcık daha tatlı hatta. Sonra direkt köklerden yemeğini, çorbasını yapanlar. Özellikle Adanalılar bilecektir. Kavurup üzerine yumurta kırmak, ıspanaklı böreğe harç yapmak (ki içine sucuk çok yakıştırırım) da yine güzel fikirlerden. Nohuta, mercimeğe de yakışıyor beraber yemekleri yapılıyor. Yani güzel yıkanırsa neden yemeyelim ki Bana kalırsa neden yaprağından ayıralım ama yıllardır böyle geldiyse vardır bir bildikleri. Brokoli de yarı yarıya sapları atılan sebzelerden. Küçük küçük keserek fırınlamak, bu haliyle salataya , çorbalara katmak ya da direkt ana malzeme olarak çorbasını yapmak mümkün. Hadi gelin ıspanak kökleri ve brokoli saplarıyla başka neler yapabiliriz bakalım, bu fikirler tamamen sizin harika yorumlarınızdan. Önce çorba malzemesi olarak: Seda der ki: “Buzlukta bir torbada biriktiriyorum brokoli-karnabahar ve havuç.. sonra mercimek çorbası yapacakken hoop içine” Dilşad, “Her türlü sebzenin saplarını hiç ayırmam, bu konuda bir çok kişi tarafından çöp yedirdiğim konusunda yorum alsam da hiç oralı olmam, ıspanak kökü ise yumurta ile şahane olur” Tuğba; “Bizim evde annem her yerini kullanır bu iki sebzenin de. Ispanağını yaprağından ayırmayız birlikte pişer. Hele bol soğanlı tereyağlı ıspanaklı bulgur pilavına bayılırım. Brokolinin en kalın sap kısımlarını halka halka doğrar üstüne filizlerini yerleştirir az su zeytinyağı tuz kısık ateşte pişiririz. Ve ben o sap kısmını daha lezzetli bulanlardanım 🤤” Şule, “Ispanak köklerini ise çoğunlukla pancarla ayrı bir yemek olarak pişiririm.” Onur, “Brokoli saplarını robotta ufacık çekin, güzel salatası olur” Fidan, “Brokolinin saplarını çiğden rendeleyip cacık yapmayı deneyin, harika bir tat ve aroma bayılacaksınız” (bu öneri Şerife Aksoy’un ve sizlerden defalarca geldi, mutlaka deneyin) İsimsiz, “Ben son zamanlarda tüm kökleri buzlukta biriktiriyor sonra sebze suyu haline getirip tüm yemeklerimde kullanıyorum ” İsimsiz, “Kesinlikle atılmaması gereken kısmı, köklerden zeytinyağlı yemek ya da sarımsaklı yoğurtlu bir nevi meze ” Markalar da sessiz kalmadı; Pavana Organic : “Izgara ıspanak kökü diye bir gerçek var.çok az yağ ile tavada da pişebilir.” İsimsiz, “Ben de yemeğe ya da böreğe hep her şeyiyle kullanırım. Bu arada ıspanaklı böreğe sucuk mutlaka deneyeceğim, ağzımın suyu aktı resmen ” Yasmin, “Yeşil mercimek,nohut ve erişte ile ıspanak kökü çorba yemek arası sululukta harika bir kış çorbasıdır.” Bahar, “Brokoli, kırmızı lahana, beyaz lahana...köklerini temizleyip derin dondurucuda saklıyorum, çorbası iyi oluyor, kök olduğu için un katmak da gerekmiyor. “ Burcu; “Ben kökleri ve köke yakın yaprakları nar ekşili, pul biberli, bulgurlu, az salça ve bol soğanlı sulu yemek yaparım... Çok severiz... Yapraklarda taze soğan ile kavrulur ve yumurta kırılarak yenir bizde...” Bir de çiğ tarif: “Ben de çiğ severim yoğurt ve susam kavurup dökün üzerine çok güzel oluyor” Asu; “Ispanakbaşı yemeği yapardı annem. Yaprak değil de, tam sapların birleştiği kök kısmından, ıspanağın başı orası oluyor demek ki Yeşil mercimekli filan, nefis bir yemek. Aylin, “Haşlayıp zeytinyağı nar eksisi ekiyorum köklerin mis enfes” Nergiz, “Biz de kıymalı salçalı yemeğini yaparız ıspanak köklerinin normal ıspanakla yapmaktan kat kat daha lezzetli oluyor. Tatlı tatlı 🧡” Gonca, “Ispanağa tahin de çok yakışıyor. Çiğ ıspanak+ tahin ,tabii ki biraz tuz ve arzuya göre baharatlı bir iç hazırlayıp börek yapma, çok nefis oluyor.” Ve kapanışı brokoliyle yapalım: “Brokoli sapları, biraz çam fıstığı, azıcık su ve parmesanla birlikte robota giriyor ve kremamsı bir kıvamı oluyor, deneyince daha önce atılan saplara çok üzüleceksiniz.

  • Lagom ve Jante Yasası’nın 10 Kuralı

    Bugün bir konuk yazarımız var. @isvectenbildiriyorum hesabının yazarı Deniz bir İsveç’li arkadaşıyla sohbetinden yola çıkarak bize Lagom ve Janta Yasası hakkında güzel bilgiler hazırladı. İsveç kültürünün çok önemli bir parçası ve son yılların çok popüler olan kavramlarından biri; lagom. Tam olarak Türkçe’ye çevirmek gerekirse ”ne az ne çok, kararında” anlamına geliyor. İsveçli bir arkadaşıma anlamını sorduğumda ise, bunu tek bir kelimeyle anlatmanın mümkün olmadığını söyledi. Çünkü lagom bir yaşam tarzı. Gercekten çok içselleştirilmiş bir kavram ve üstüne çok da düsünmeden ”lagom” davranıyorlar. Sadece yeme-içme ya da satın alma davranışlarında değil sosyal ortamlardaki hal ve hareketleri, sevgisini ya da öfkesini gösterme şekillerinde de kararında ve ölçülüler. Bu kavramın baska bir İskandinav davranış biçimi ile çok yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. 1930’lu yıllarda yazılmış bir kitabın içinde yeralan”Jantelagan” yani Jante Yasası İskandinav insanlarının davranış biçimlerini özetliyor aslında. Janta Yasası’nda 10 adet kural var ve bu kurallar o dönemden beri İsveclilerin toplumsal davranışı haline gelmiş. Özetle”kollektif hareket et ve topluluk için sivrilme” diyor Jante Yasası. Bu 10 maddeyi Türkçe’ye çevirirken şunu belirtmek gerekir “ben/sen” ve “biz”kavramları birey ve toplumu ifade ediyor. - Özel olduğunu sanma - Bizden iyi olduğunu düşünme - Bizden daha zeki olduğunu düşünme - Kendini bizden daha üstün görme - Bizden daha cok şey bildiğini sanma - Bizden daha önemli olduğunu düşünme - Bir şeyde iyi olduğunu düşünme - Bizimle alay etme - Seninle kişisel olarak ilgilenileceğini düşünme - Bize bir şey dikte edebileceğini düşünme Zaman içerisinde biraz yumuşamıs olsa da İsveçliler yaptıkları her işte akıllarının bir köşesinde tutuyorlar bu kuralları. Bireyselleşme ve kendini ön plana çıkarmanın yaygınlaştığı günümüzde bu kavramlar kulağa oldukça iddialı geliyor. Belki de İskandinavların mutluluğunun arkasında ”lagom” bir hayat yaşamanın ve topluluk içinde ön plana çıkma hırsından uzak olmanın etkisi çok büyüktür ne dersiniz? Bunu sevdiyseniz belki bu videoyu da sevebilirsiniz.

  • 5 Adımda Sıfır Atık

    Sıfır atık denince aklımız hemen en uç noktaya gidebiliyor ve o zaman korkuyoruz : “Ya Başaramazsam”. Oysa adım adım ilerlemeliyiz. Bu adımlar tersten ama: ) gittikçe kolaylaşıyor ya da birbirini dengeliyor da denebilir. Bu 5 adım aslında Bea Johnson’un 5R dediği Refuse (reddet), Reduce (Azalt), Reuse (tekrar kullan), Recycle (geri dönüştür) ve Rot (kompost yap) yöntemi anlatıyor. Hadi Reddet’le başlayarak tek tek bakalım. Öncelik reddetmekte, unutmayın hayır diyerek dünyayı kurtarabiliriz. Sonra azaltıyoruz, gerçekten ihtiyacımız olanı almak, ambalajı hayatımızdan çıkaramıyorsak azaltmak, daha büyük paketlerde alarak tek tek paketlerden kaçınmak. Sonra, tekrar kullan, mesela elindeki plastikleri. Eşyalarına iyi bak, gerekiyorsa tamir et. Farklı kullanım yollarını düşün. Geri dönüştür, kötünün iyisi olduğunu unutmadan ama elindeki geri dönüşme potansiyeli olanı da doğru noktaya ileterek. ve kompost yap, elinden ne geliyorsa, evdeyken bokashi deneyebilirsin mesela, birçok yol var; en azından oku ve sana uygun mu bir şans ver.

  • Evde, ofiste, dışarıda kahve içerken çöp çıkarmamak için bu yazıyı oku

    Yeni yılın ilk gününden herkese merhaba, Bugün çok önemli bir konumuz var. Benim gibi bir kahve severseniz hem evde, ofiste hem de dışarıda atıksız kahve içmek mümkün mü diye soracağız.Size #kahvemtermosta’dan bahsedeceğimi düşünebilirsiniz, evetönerilerimden bir tanesi o ama ben bu süreci daha başından almak istiyorum. Öncelikle, kahveyi nereden alıyorsunuz? Nasıl bir kahve tüketicisisiniz? Kahveyi hangi ambalajda alıyorsunuz? Bunlar çok önemli… Eğer varsa, çevrenizde 3. Nesil dediğimiz veya Starbucks, Tchibo gibi yerler de olabilir. Buralardan çekirdek çektirerek kahve aldığınızda, kendi ambalajınızı da götürebilirsiniz. Daha önce aldığınız kahve ambalajları ki, onların önünde biliyorsunuz hava alsın diye özel de bir deliği var. Bununla gidebilirsiniz, onu tekrar doldurmalarını isteyebilirsiniz ama önce evde iyice boşaltıp, ters çevirip, havalandırdırmalısınız. Amacımız eski kahve ile yenisinin koku olarak karışmaması. Kahveyi kavanoz götürerek onun içine doldurmalarını isteyebilirsiniz ama bunu kabul ediyorlar mı, önden sormakta fayda var. Hiçbiri olmadı mı? Kahveciden içi alüminyum, dışı kağıt olan ambalajında mı aldınız? O zaman bunun altını delerek bunları küçük fidelikler yapabilirsiniz. O zaman ilk olarak kahvenin ambalajı sorununu hallettik. İkincisi; eve geldik kahve içeceğiz, kahveyi demlemek istiyoruz. Şimdi farklı farklı kahve demleme çeşitleri var mesela MochaPot’ta kahve demliyorsanız zaten sıkıntı yok Mocha potu çevirdiğiniz zaman haznesinde kahve var, kahveyi direkt çıkartabiliyorsunuz, dolayısı ile kahveyi demlerken bir şey çıkmıyor. French Press ve türk kahvesinde de durum benzer, bir filtre kullanımı dolayısıyla çöpü yok. Eğer Chemex gibi, filtre kahve makinası gibi şeyler varsa yani işin içine filtre giriyorsa, o zaman yapabileceğiniz 2 şey var; 1.simakınanızı doğru seçmek. Geçenlerde söylediler Delonghi idi galiba, makinanın kendi filtresi var. Kahvenin ne kadar uzmanı olduğun, tadını ne kadar böyle önemsediğinize bağlı olarak, seçeceğiniz filtrede de daha seçici olabilirsiniz, yani o filtreyi kullanmak istemeyebilirsiniz. Ben kendi adıma bugüne kadar eskiden ham kağıttan filtreler kullanıyordum (bunlar kompost edilebiliyor ama ağartma işlemi görmüş beyaz filtreler direkt çöp oluyor)ama artık uzun bir süredir kumaş filtre kullanıyorum. Filtrem filtre kahve makinesi için özel olarak yapılmış (aynı zamanda Chemex için de boyutlandırılmış olanları gördüm) normal bir kahve filtresi boyutunda. Benim makinam Philips’in filtre kahve makinası. Onda rahatlıkla kullanabiliyorum. Bittiği zaman ters çeviriyorum, içindeki kahveyi ayırıyorum ve sudan geçirip, iyice temizlendiğinden emin olup, kurutup, ertesi gün tekrar kullanıyorum. Aslında bu konuda birkaç tane farklı şey okudum: Kimisi diyor ki kahvenin tadının değişmemesi, bakteri oluşmaması için bunu suya batırıp buzluğa kaldırmalısınız yani bir bardağın içine su koyup, filtreyi de onun içine koyup, bu şekilde buzluğa koyup, ertesi gün indirip, ısıtıp işte onu çözdürüp kullanmalısınız. Bana pek kullanışlı gelmedi. Ben her kullanım sonrası suda yıkayıp asıp kurutup ertesi gün tekrar kullanıyorum. Haftada 1-2 de kaynar suda bir 5 dk tutuyorum tencerede (kahve yağları çözülsün diye. Eğer sizin de temizliğine dair bildiğiniz, tecrübe ettiğiniz bir şey varsa lütfen yorumlarda yazın. Bu bence çünkü öğrenmeye açık bir konu. Hep beraber öğrenelim. Şimdi ne dedik; kahvenin ambalajı tamam, filtreyi de çözdük, ne kaldı? Artan kahve kaldı, artan kahveyi ne yapabilirsiniz? Bir sürü şey yapabilirsiniz. Evinizde sabun vs yapıyorsanız bunun içine kahve aroması, kokusu gelsin diye ekleyebilirsiniz, bitkilerinizin toprağına karıştırarak, toprağını daha süzücü hale getirebilirsiniz.Aynı zamanda bildiğim kadarı ile besleyici de bitkiler için gübresel de bir etkisi var, böyle deneyebilirsiniz. İnternette eski bir habere rastladım, Starbucksların gün içinde biriken kahve telvesini bu amaçla isteyenlere ücretsiz olarak verdiğini söylüyordu, bunu araştıracağım. Bu yazıyı da ona göre güncellerim. Tabii kahve telvesini kompost yapabilirsiniz yani evdeki gıda atıklarını turşulaştırmak, çöp turşusu kurmak tabir-i caizse. Benim cildim çok hassas olduğu için denemedim, peeling yapıyorlar, yüz temizliğinde kullanıyorlar bunu deneyebilirsiniz. Yazlıklarda kahveyi yakarak bazı böceklerin uzaklaşmasını sağlayabilirsiniz. Telvesini de bu şekilde çöp olmaktan kurtardıysak, o zaman evde atıksız kahve içmeyi başardık demektir. O zaman ne kaldı? Dışarıda kahve içmek kaldı. Dışarıdaki kahve yapanların uygulamalarına ne noktada karışabilirsiniz? Eğer kahve dükkanının sahibini tanımıyorsanız çok da fazla karışmanız mümkün değil. O zaman ne yapabilirsiniz? #kahvemtermosta diyebilirsiniz. Termosunuzla beraber kahve almaya giderek, orada sunulan karton bardağı reddedebilirsiniz. Eğer ki oturuyorsanız (yasaklar bitince yani) kahvemi fincanda alabilir miyim? Kupada alabilir miyim?. Bu seçeneği mutlaka değerlendirebilirsiniz. İlla ki termos taşımanıza gerek yok. Ama eğer kahvenizi alıp gidecekseniz yani take –away/ al götür kahve içecekseniz, kahve termosunuzu uzatırsanız, onların klasik olarak sunduğu karton bardağa ki bunların içleri, bozulmasın, sıcaktan yamulmasın diye plastik zarla kaplı, plastik bir kaplama ile kaplı dolayısıyla kompozit bir malzeme olduğu için çözülmüyor, geri dönüşmüyor, ayrılmıyor veya yurtdışında bu yapılsa da çok pahalı. O yüzden direkt olarak çöp oluyor. Hatta bir parantez ben bu geri dönüşse de, hiç kimsenin bunu gelip de geri dönüşüme attığını da zaten görmedim. Böyle bir şey pek etrafta yok. O yüzden yapacağınız şey; kahvenizin sorumluluğunu almak #kahvemtermosta demek. Şu anda Türkiye’de 200’e yakın 23 Şehirde 200’e yakın destekleyici kafe var, (Hemen buraya tıklayarak bunların nereler olduğunu görebilirsiniz)buralara gittiğinizde kahvenizi hem termosunuzda alıyorsunuz hem doğaya bir katkıda bulunuyorsunuz hem de siz bu çabayı gösterdiğiniz için, bu destekleyici mekanlarda size kahveyi indirimli veriyorlar ve ne olmuş oluyor? Çift taraflı hatta doğa, mekan, siz diye bakarsanız 3 taraflı bir kazan-kazan-kazan oluyor. Eğer kahve içmeyi seven arkadaşlarınız varsa hadi sevgiyi çoğalttığımız gibi bu bilgiyi de çoğaltalım. Onlara bu yazıyı yollayalım, onlar da evlerinde, ofislerinde, sokaklarında atıksız kahve içebilmenin keyfini sürsünler. Bu kadar severek yaptığımız bir etkinlik doğaya bir çöp olarak, atık olarak her gün bu kadar kahve içiliyorken kötü bir şekilde yansımasın geri. Hep beraber değişimi başlatabiliriz.

bottom of page