top of page

Arama Sonuçları

"" için 161 öge bulundu

  • Yeni yıl hedeflerinizi belirlediniz mi?

    2021 planlarına başladınız mı? Ben bu sefer 1 Ocak'ı beklemedim ve hayata geçirmek istediklerime daha erken başladım. Son yıllarda kendi sağlık ve bakımımı işimin, ailemin gerisine attığımın farkında olduğum için hedeflerim bu yıl daha kendime yönelik. İşte bu yüzden bu ayın ortasından beri her gün kan dolaşımımı hızlandırmak için kuru fırcalama ve yüzümü sıkılaştırmak için yüz yogası yapıyorum. Bir de çalışırken sıcak suya 3 damla odağımı arttırıcı bir uçucu yağ karışımı koyuyorum, hem odanın havası değişiyor hem de aromaterapiye ilgilliyseniz gerçekten işe yarıyor. Ocak ayı ile birlikte de beslenme işine el atma planım var. Adım adım ilerliyorum, bir alışkanlık oturdukça diğerini devreye alarak gidiyorum. Sabahları kalkınca bir bardak su içmek, her gün 10 sayfa bile olsa kitap okumak da bu haftanın eklemeleri arasında. Aslına bakarsanız oturtmak istediğim rutin çok ama acele etmiyorum ve tüm hedefimi yeni yıla odaklamadım. Siz de bu sene kendinize bir yatırım yapmak isterseniz size de Sadeleşerek Özgürleş programımı öneriyorum. Hayatımda önceliklerimi belirlemeden önce sadeliğe gitmek kesinlikle büyük fark yarattı. Bana iyi gelen rutinleri belirlemek ve uygulamak için de önerim Deniz Alayatile düzenlediğimiz Akıllı Rutinler grubu. Bunlara ek olarak eğer daha önce okumadıysanız mutlaka bu yazıma da bakmanızı öneriyorum. Bu yazıda çok sevdiğim yazarlardan biri olan Leo Babauta’nın 12 aya 12 meydan okuma önerdiği bir yazısını derlemiştim. Neye karar verirseniz verin çok büyük adımlar koymayın. Uzun vadede hedefiniz tabii ki büyük olabilir ama Ocak ayı bittiğinde henüz çok ilerlemediyseniz kendinizi de üzmeyin. Hepimizin öğrenmesi gereken iki olgu konfor alanımızın dışına çıkmaya cesaret etmek ve sabırla, istikrarla devam etmek. Hepinize şimdiden harika bir yıl diliyorum.

  • Haftalık alışverişinizi doğru planlayarak gıda israfınızı azaltın..

    Gıda israfı gerçekten çok önemli bir sorun. İsrafın yaklaşık %50’si nakliye, depolama kısmında olurken diğer %50’si ise mutfaklarımızdaki yanlış planlamadan oluyor. Gıdaları saklama kısmı tabii ki israfı önlemede çok önemli ancak alışverişi planlama da en az bunun kadar önemli. O zaman hadi gelin alışverişi nasıl planlamalı görelim. . Hafta illa Pazartesi başlamak zorunda değil;başlangıç gününü seçin ve sonrasındaki 7 gün nerelerde olacaksınız kontrol edin. Sıra elimizdekilere bakmakta, buzdolabında, buzlukta ve kuru gıda olrak neler var ? Özellikle de alınıp zamanı geçmeye yakın ürün var mı bunları not edin, önce alınan tüketilir mantığıyla buzluktakileri ve diğer ürünleri ele alın. Eldeki ürünlere ek olara, hangi günler evde yiyeceksiniz, dışarı yemek götürmen lazım mı düşünerek haftalık menünüzü hazırlayın. Yemek menüsünü yaparken bazı malzemeleri haftanın farklı günlerinde kullanarak zamandan kazanın. Bir gün nohut yemeği için hazırlanan nohutu başka bir gün humus yapmak, aldığın bezelyeden hem yemek yapmak hem enginara iç yapmak gibi. Yine planlama yaparken beslenmede gökkuşağı renklerini, protein, sebze, karbonhidrat dengesini unutmayın. Okula; işe vs atıştırmalık hazırlanacaksa bunları da listeye ekleyin. Şimdi mini matematik, ne yapacağız, ne malzeme lazım; elde ne var onu da biliyoruz. Buna göre alışveriş listenizi hazırlayın. Mutfakta işinizi kolaylaştıracak ve atığınızı azaltacak ürün önerilerine buradan ulaşabilirsiniz.

  • Hindistan'ın 130 yıllık geleneği: Dabbawalla

    Ülkemizde kargolarla her gün ayrı bir macera yaşanırken Hindistan’da doğru dürüst okuma yazması bile olmayan 5000 Dabbawalla (sefertası taşıyıcısı) her gün 200.000 sefertasının evden işe, boşlarının ise işten eve %99,9 doğrulukla varmasını sağlıyor.⁣⁣⁣ ⁣⁣⁣ Benim bu kavramı öğrenmem bir film ile olmuştu. ⁣⁣⁣ ⁣ Meğer çok ilgi çeken bir durummuş. Bu %99,9'luk doğruluk oranı ise Amerikan iş dünyası Dergisi Forbes un six sigma değerlendirmesi ile bulunmuş. ⁣⁣⁣ ⁣ Hadi hem sistem nasıl işliyor hem de bu film neymiş yazıyı okuyup biraz daha iyi öğrenelim. ⁣⁣⁣ ⁣⁣⁣ Siz yemeğinizi Türkiye’de bir kurye sistemine emanet eder miydiniz? ⁣ İsimleri Dabba(sefertası) ve walla (adam) kelimesinden türeyen dabbawallalar yemekleri evlerden alıp ofislere dağıtıyor ve ardından boş sefer taslarını toplayıp evlere geri götürüyor. Birçok çalışanın okuma yazması ve sayı bilgisi çok az ama kodlar ve renklerle %99,9 doğru bir şekilde sistemi yürütüyorlar. Büyük bir ekip olarak çalışıyorlar,sefertasını alan Dabbawalla bunu en yakın tren istasyonuna götürüyor,orda varış yerlerine göre ayırılıyor, tren sonrası başka bir ekip gelip işyerlerine son dağıtımı yapıyor, ve sonra da aynı işlem terse işliyor. Dabba(The Lunchbox)/Sefertası filmi ise hikayesini işte bu 4 milyonda bir ihtimal üzerine kuruyor. Bir gün bir dabba, bir sefer tasını yanlış kişiye teslim ediyor ve eşine not yazdığını düşünen bir kadın hiç tanımadığı biriyle mektuplaşmaya başlıyor. Filmi henüz izlemediyseniz kesinlikle öneririm. Çok naif bir hikayesi var. Haftaya yeni bir yazıda görüşmek üzere.

  • Nişan gibi günlerde davetlilere verebileceğiniz minimalist hediyeler

    Hep birine bir şeyi kutlamak için verilen hediyeleri konuştuk ama bir de bazı özel günlerde bu günü kutlamak için gelenlere verdiğiniz hediyeler var. Mesela nişanda, çocuğunuzun doğum gününde gibi. Böyle günlerde bir hediye vermeniz şart değil tabii ama bu da birçokları için artık bir alışkanlık olmuş. Gelenlere teşekkür mahiyetinde bir hediye veriliyor. Öncelikle bana böyle günlerde verilen hangi hediye çok fuzuli geliyor onu söyleyeyim ; Magnetler, üzerinde fotoğraf olan bir ayraç ya da yine magnetli çerçeve, minik fidanlar (fikri başta hoşuma gitse de genelde çok narin oluyorlar ve kurumaya ya da saksıdan düşmeye meyilli oldukları için onlara da başka bir önerim var size) , defterler (aslında yine güzel fikir olsa da her özel günde yapılınca çok birikiyor, kullanılmıyor., bez çantalar için de sorun bu). Neler verebiliriz derseniz; 1. Mesela tohum topları, üstelik gıda boyası ile renkli bile olabilir. Bir kullanım yazısı ilk defa görecekler için kolaylaştırıcı olacaktır. 2. Eğer ben tohum topunu beceremem derseniz ekolojik davetiyeler seçerek hem davetiye hem de yine tohum görevi gören kartlar da kullanabilirsiniz. 3. Atık iplerden kilim gibi örülmüş kitap ayraçları yapabilirsiniz. 4. Sabunlar da gerçekten kullanılacak ve atıksız bir hediye önerisi. Hele yanında el örmesi bir lif ya da kabak lifi ile gelirse 5. Küçük cam tüplerde sevdiğiniz bir çay karışımı ya da çekilmiş kahve de çok iyi fikir. Yine bu formatta kuş yemi ya da kedi maması da verebilirsiniz. 6. Direkt toprağa dikilecek fidanlar kuruyabiliyor ama minik saksısında vereceğiniz succulent ya da kaktüsler hem dayanıklı olacaktır hem de alan kişiyi mutlu edecektir. 7. Ailede örmeyi seven biri varsa pazara, markete giderken kullanılan ve plastik poşet kullanımını engelleyen file çantalar da çok güzel bir hediye seçeceği. 8. Lavanta keseleri benim için asla çok olmayan hediyelerden. Her çekmeceye onlar biterse ayakkabıların içine koyabilirim, ya da yastıkların belki de nevresimlerin arasına. Bu yüzden en sevdiğim hediye önerilerinden biri. İster süslü ister sade, yapabilir ya da hazır da alabilirsiniz. Siz de lütfen önerileriniz varsa paylaşmayı unutmayın.

  • En Sık Yapılan Minimalizm Hataları

    Bugün sizlerle en sık yapılan minimalizm hatalarını konuşacağız. Minimalizm ya da sadeleşme daha sade bir yaşam sürmek artık gerçekten popüler bir konu, bunu kabul etmek gerekiyor ama popüler bir konu ve bu yüzden birçok kişinin (tecrübesi olsun olmasın) paylaşımlar yaptığı da bir konu. Böyle olunca minimalizm hakkında bazı yanlış beklentiler, yanlış fikirler ve ön yargılar oluşabiliyor ve bu konuda adım atmak isteyenler yanlış yerden başlayabiliyorlar. Bu yüzden ben de hem kendimin de tabii ki zamanında yaptığı hem de etrafımda gözlemlediğim bazı minimalizm hatalarını sizinle paylaşmak istedim. Sizin de benim atladığım şeyler varsa aklınızda olan lütfen yorumlara yazarak katkıda bulunmayı unutmayın. Bence en büyük hata neden bu yola girdiğimizi hiç düşünmeden hareket etmek. Minimalizm herkese göre olmayabilir ya da onlar için doğru zaman bugün olmayabilir. O yüzden daha sade bir yaşama adım atmak istiyorsanız neden bunu istediğinizi kendinize bir sormanız gerekiyor. Bunu hiç sorgulamadan ''Hadi ben sadeleşiyorum, hurra gelsin kıyafetler gitsin kitaplar biblolar filan'' diye harekete geçtiğinizde o zaman bu daha çok bir bahar temizliği oluyor. Arkasında yatan mantığı anlamadığınızda onu tamamlayan diğer tamamlayıcı ögeleri bilinçli alışveriş yapmak gibi minimalizmin soyut tarafını, fikirsel tarafını anlamadan harekete geçtiğinizde o zaman sadece eşya elemiş oluyorsunuz ki bu hepimizin zaman zaman hatta en sadeleşmiyor dediğimiz annelerimizin bile zaman zaman yaptığı bir şey. O yüzden yapılan hatalardan bir tanesi hiç düşünmeden bu işe atlamak ben bu işten, ben bu minimalizm konusundan ne bekliyorum, bana ne katmasını istiyorum bunu hiç irdelememek. Yani bu ne demektir? Bunu irdelemeyi unutmayın. Bir ikinci konu eşyaları elerken hızlı karar vermek. Unutmamamız gerekiyor ki bu eşyaları biz bir günde çıkıp evimize bir gün içerisinde toplamadık. Tabii ki büyük alışverişler yaptığımız, büyük objelere girdiğimiz Ikea günleri, vs günleri olmuştur ama bunlar uzun yılların eseri. Dolayısıyla bir günde girip “Hadi her şeyi topluyorum” demek, zaten imkansız onu bir kenara koyuyorum. Onun dışında da eğer çok fazla eşya ile ilgileniyorsanız elinizde çok fazla yığılmış bir eşya varsa hepsini birden yapmaya çalıştığınızda veya bir gün iki gün içinde toparlamak istediğinizde sıkılacaksınız ve ya hepsi kalsın ya hepsi gitsin gibi çok hızlı karar vermeye başlayacaksınız. O yüzden bu süreci yaymakta, sindire sindire gitmekte ve gerçekten her eşyaya hakkını vermekte fayda var. Belki her eşyaya bu kadar çok soru sormanız gerekmez. Bazısı çok nettir, hayatınızda hiç elinizi bile sürmediğiniz bir mutfak aleti mesela bir kat meyve sıkacağı, zaten bunun gideceği nettir ama onun dışında kullandığınız ''Acaba versem mi, bunun bir muadili var mı?'' diye böyle soru işareti yaşadığınız durumlarda o eşyalara o zamanı, hak ettikleri soruları 'Bu ne zamandır burada, niye aldım, acaba almasam olur muydu, kaybolsa ne yapardım?' gibi soruları sormanızda fayda var. Hangi soruları sorayım diyorsanız size aşağıya da bir link bırakacağım, bu linke giderek oradan da indirebilirsiniz. Başka bir hata da ben minimalist oldum hadi hep beraber bu işin içinde beraberiz demek. Başta da söyledim, bu konuya herkes aynı anda hazır olmayabilir. O yüzden evdeki diğer bireyler ev arkadaşınız, eşiniz, aileniz, anne babanız kimse onlardan da sizle aynı hızda, aynı zamanda, aynı noktada olmalarını beklemeyin ve de değillerse de sakın onları zorlamayın. Bu sürecin önce kendinizden başladığını, önce kendinizin bu konuda emin olup kendi eşyalarınızı elden geçirip ondan sonra da en fazla bunun size yaşattığı faydalardan bahsedebilirsiniz. Lütfen kimseye hiçbir şeyi empoze etmeyin. 'Örnek olarak öğretmek' diye bir laf vardır. Siz bunun fayda gören, yaşayan örneği olun. Onlar da bundan faydalanmak isterlerse ne ala. Bu konuyu bir takıntı haline getirmeyin, bu da çok riskli bir şey. Aynı alışveriş takıntısı gibi tam tersinde eşya verme takıntısına girmeyin. Yani bu biraz şey gibi aşırı yemek yemekle anoreksik olmak gibi hani iki uca doğru gitmeyin. Biz bir dengenin, bir bilinçli hareketin peşindeyiz. Eşyalarımızın hayatımızda tabii ki faydaları var. Her bir eşya önemsiz, ben son çatalım kalana kadar her bir çatalımı elden çıkaracağım dediğinizde hayatınızı yaşanamayacak bir zorluğa, tatsız bir dünyaya çevirmemenizi öneririm. Her şey tadında güzel, bunu da hatırlatmak istedim. Bu konuda yazı yazanlar veya paylaşım yapanlar genelde ben de dahil olmak üzere kolaydan zora gitmeyi öneririz. En sona da en zor ayrılacağınız eşyaları bırakmanızı öneririz. Bu genelde duygusal değeri olan eşyalar olur ya da daha büyük mesela hiç televizyon izlemiyorsunuzdur da televizyonunuzdan ayrılmak istiyorsunuzdur ama hadi gün 1 televizyonumdan ayrılayım demek iddialıdır ama zaten kafanızın içinde bu varsa evinizdeki her şeyi bitirip sonra ona bu televizyon olur, masa olur daha büyük yani hayatınızda hem fiziki olarak yer kaplayan hem de yokluğunda gerçekten zorluk çeker miyim diye düşündüğünüz şeyleri en sona bırakmakta fayda var. İlla ki eleme kararıyla da çıkmayabilirsiniz bu süreçten. Bu kararları çabuk verdiğinizde, önden verdiğinizde daha sonra pişmanlık yaşayabilirsiniz. O yüzden küçük küçük başlayıp, gerçekten kendinizde test ederek 'Neyi seviyorum, neyi sevmiyorum, ne hayatımda olsun, hangi eşya bana hizmet ediyor, hangi eşya bana mutluluk veriyor, hangisiyle hiç işim yok ayıp olmasın diye tutuyorum' gibi bu aşamalardan geçerek duygusal anlamı olan veya hayatınızdan çıkarması sizin için zor olan eşyaları sona bırakmak sizin için daha sağlıklı olacaktır. Lütfen o süreci de o döngüyü de bozmayın diyorum. Başka bir benim gözümdeki hata da bunu sadece bir estetik olarak görmek. Minimalizm biliyorsunuz ki sadece bir yaşam tarzı değil; takılarda, kıyafetlerde, fotoğrafta, dekorasyonda da minimalistik yaklaşımlar var. Bunları birbirinden ayırmak gerekiyor. Her sadeleşen minimalist zevklere de sahip olacak diye bir kural yok, umarım kendimi anlatabiliyorumdur. Yani her minimalist illa ki sadece siyah, gri, beyaz seçecek işte takıları minimalistik olacak, hatları net olacak, kıyafetleri minimalistik olacak diye bir şey yok. Mesela benim giyim tarzım asla minimalistik değil. Ben az renk severim çok fazla siyah beyaz seviyorum. Bunun minimalizm üzerinden değil gerçekten sevdiğim için giyiyorum ama mesela ben net hatları olan şeyler değil daha kıvrımlı daha dökümlü şeyler seviyorum. Benim giyim tarzım asla minimalistik olamaz hiç de böyle bir çaba içinde değilim ya da ev döşeme tarzım bir minimalistik akımdan her şey düz renk bir şey patlat filan hani minimalistik fotoğraflar öyledir ya düşünün bomboş bir oda, bir renkli sandalye falan gibi bu bir zorunluluk asla değil, bunların ikisini lütfen birbirinden ayırın. Buna ek olarak bir hata da minimalist olmak için alışveriş yapmak. Minimalist tasarımlı eşyalar almak, evinizi daha minimalist göstermek için elimizdeki eşyalardan memnunsak, bize hizmet ediyorlarsa sadece görselliği daha minimalist olsun diye fikir değiştirmemeliyiz. Siz artık görsel olarak da daha minimalist olmaya karar vermiş olabilirsiniz, bu tamam. O tarz sizin hoşunuza gidiyor olabilir buna hiçbir lafım yok. Sadece şunu söylemek istiyorum yani minimalistik dizayn deyip ''Ben minimalist oldum ve evim buna benzemeli, kıyafetlerim buna benzemeli, aksesuarlarım böyle olmalı.'' diye bir alışveriş içine girmeyin. Yani biz eşyalarımızı azaltmaktan bahsederken bunun için bir alışveriş çabasına lütfen girmeyin. Son söyleyeceğim hata ya da yanlış inanış da bunu rakamlara bağlamak. Bu minimalizm ilk çıktığında mesela Dave Bruno çıkmış 100 eşya ile yaşamayı anlatmış, kendine bir challenge(meydan okuma) yapmış. Küçük evler(tiny houses) furyası başlamış. Bunların hepsi kendi içinde çok güzel, bunlarla hiçbir sıkıntı yok ama siz minimalist olacaksınız diye bütün eşyalarınızı 100, 200, 500 neyse belli bir adete indirmek zorunda değilsiniz. Kendinize böyle bir çıta koyup ondan sonra kendinizi mutsuz etmeyin. Herkesin hayattaki ihtiyaçları birbirinden farklı. Tek başına yaşayan, 2 kişi yaşayan, çoluklu çocuklu olan, aile büyükleriyle yaşayan herkesin farklı farklı şeylere ihtiyacı var. Beslenme, yaşam, iş alışkanlıkları bile birbirinden ayırıyor insanları. Kimi insanlar için tost makineleri çok gereksizken ben onlarsız bir hayat düşünemiyorum çünkü her gün evimde ekmek kızarıyor ve tost yapılıyor. Yani bu benim için böyleyken başka bir insan kırk yılın başında yapacağı tostu tavada yapmayı tercih edebilir, o kocaman alet yer kaplamasın diyebilir. Başka biri için 4 tane havlu iş görüyordur. Yıkıyordur, çeviriyordur, işini görür. Başka bir tanesinin çamaşır yıkama sıklığı daha azdır o yüzden daha çok havluya ya da daha çok nevresime ihtiyacı olabilir. Herkesin hayattaki alışkanlıklarına göre bu değişir. Kimseyi o yüzden ne elindeki eşyanın sayısı ile yargılamak doğru ne de kendi ilerlerken kendi yolculuğunda kendi eşyalarına bir sayı belirlemek. Burada önemli olan her bir kişinin kendine 'Ben bu eşyaları kullanıyor muyum, bu eşyalar bana lazım mı?' sorusunu sorması ama tabii şunu da yapmayın: ''Aman canım nasıl olsa sayısı önemli değilmiş, ben şunu da yedekleyeyim, bunu da üçleyim, bunu da beşleyim bunu da yapmayın tabii ki. Ben burada sadece kişilerin farklarından bahsediyorum. Kimisi için gerekli olan kimisi için fuzuli olabilir kimi için zaruri öteki için fuzuli. O yüzden burada kişilerin kendi hayatlarının sadece önemli olduğunu, sayıların herkese uymayacağını hatırlatmak isterim ve bugünkü konumuzu da böyle bitirmek istiyorum. Umarım sizin için de fikir veren, ilham veren bir yazı olmuştur. Sizin de minimalizme başladıktan sonra ya da çevrenizde gözlemlediğiniz ben de bunu çok acayip buluyorum dediğiniz şeyler varsa lütfen yazın, mutlaka gözümden kaçmış şeyler olabilir. Haftaya yeni bir yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın...

  • HERKES BEDAVA ALIŞVERİŞ YAPABİLİR

    Bugün yine Instagram’dan Cerenlerinefendisi ile birlikteyiz. Konumuz ise çok tatlı: Sizce herkes nasıl bedava alışveriş yapabilir? Duyduğum en güzel tüketmeme hikayelerinden birini sizinle paylaşmayı borç biliyorum.Yakın bir arkadaşımın tanıdığı kuzen grubu, her yıl artık kullanmak istemedikleri kıyafetleri, takıları, çantaları, ayakkabıları, mutfak gereçlerini ve bilimum eşyayı yanlarına alarak içlerinden birinin evinde toplanıyorlar ve herkes yanında ne getirdiyse ortaya koyuyor ve içinden isteyen istediğini alıyor. Yani hiç para harcamadan yeni şeylere sahip olurken dünyayı da tüketmemiş oluyorlar. Hikayede en dikkate değer noktalardan biri ise, kuzen grubundaki herkesin maddi durumunun çok iyi olması… Yani canları istese yazlık-kışlık alışveriş için yılda iki posta Milano, Paris butiklerini tavaf edebilirler. İkinci ele burun indirmeyenlere duyurulur.Karantina başlamadan birkaç gün önce ziyaretime gelen arkadaşımı yıllardır giyip bir türlü eskitemediğim ama hiç sevmediğim hırkamla karşıladım. Beni görür görmez ne zamandır böyle bir hırka aradığını, nereden aldığımı sorunca hırkadan vicdan azapsız kurtulmanın mutluluğuyla geçirdim arkadaşımın sırtına. ikimiz de nasıl mutlu olduk anlatamam. Hani bizde bir laf vardır, “Birinin eskisi diğerinin yenisi” derler, işte aynen o hesap. Fakat toplum kültürümüzle alakalı olarak bu konularda çekimser kaldığımızı, biraz yüreklendirilmeye ihtiyaç duyduğumuzu da biliyorum. Hele de konu ikinci el kullanmak, birisinden bir şeyler istemek, birisine kullanılmış eşyamızı teklif etmek olunca… Türk İşi Minimalizm sitesinde gezindiğinize göre muhtemelen yerleşik, yanlış tüketim alışkanlıklarını sorgulayan birisiniz, yani çevrenizde bedava alışveriş etkinliğinin düzenlenmesine bence ön ayak olabilirsiniz. Denerseniz bizimle de paylaşın olur mu?

  • EŞYA DEĞİL DENEYİM BİRİKTİRİN

    Bugün konumuz: deneyimler... Biraz deneyimlerin güzelliğinden,denemenin, yeni bir şeyler peşinde koşmanın insana yarattığı duygulardan bahsetmek istiyorum. Size, yeni bir şey almaktansa yeni bir şey denemenin yıllar sonra sizde hala yaşattığı mutluluğu anlatmak istiyorum. Bugün yazıyı bir perşembe günü yazıyorum, Perşembe demek sosyal medyada #tbt demek. Yani geçmişi hatırlamak demek. Ben de bugün geçmişe şöyle bir yolculuk yaptım ve 10 yıl önce Çubuklu'da denize karşı, boğaza karşı BungeeJumping yaptığım o günü hatırladım. Şimdi 37 yaşındayım, 26 yaşındayken o zaman ki sevgilim şimdiki eşimin (muhtemelen biraz da serde onu etkilemek için ) ''BungeeJumping kulesi kurmuşlar, hadi gidip deneyelim mi?'' sorusuna evet, dedim ve bir Pazar günü beraberce gittik. Çubuklu’ya vardık, arabayı bıraktık, otoparkın oralarda bir yere kurmuşlar platformu. Niye bunu bu kadar detaylı anlatıyorum size? Çünkü üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen aynı heyecan, aynı kalp çarpıntısını şu anda duyabiliyorum. 10 yıl önce aldığım, giydiğim, kullandığım biten yani artık giymediğim bir kıyafet, bir ayakkabı hatta belki de sürdüğüm bir ruj bana bu duyguyu, bu heyecanı yaşatmıyor. Şu anda hatırladığımda o günkü duyguya gidebiliyorum. Çıktık kuleye önce ben atladım, arkamdan Hakan atladı.İyi ki de öyle olmuş çünkü zaten o yapmasa ben hayatta yapmazdım. Ben en azından sıramı savmış oldum. Kuleye bir vinçle çıkarılıyorsunuz, kuleye çıktım. Sonra kemerler var; kulede sizinle duran bir görevli var, sizi aşağıya atmıyor ya da itmiyor ama bağlantılarınızı kontrol ediyor ve ne yapmanız gerektiğine dair direktifleri veriyor. Bu görevli bana dedi ki: ''Bak şimdi sana 3'e kadar sayacağım ve 3'e kadar sayınca mutlaka kendini bırak. Bırakmazsan burada kalırsın'' dedi ve gerçekten de sonrasında bizim arkamızdan deneyen bir sürü kişi kule tepesinde kaldı. Düşünerek yapılacak iş değil pek: ) Neyse 1, 2, 3 dedi ve ben böyle aaaağğğhh diye attım kendimi. Bu dediğim gibi hala içimi heyecanlandıran bir şey. Aynı şekilde geçmişte yurt içinde olsun, yurt dışında olsun seyahatler de aynı hissi veriyor. Hele öğrenciyken gittiğim yurtdışı gönüllü çalışma kampları. Hala o kampları düşündüğümde o sırt çantasını sırtıma takıp da pasaport kontrolünden geçerken anneme el sallayışım, çantamın ağırlığı (ilk sırt çantam çok ağırdı çünkü daha o zamanlar bir minimalist değildim ve daha kavrayamamıştım yanımda ne götürmek lazım) bunlar hala hatırladığım şeyler. Siz de kendinizi düşünün hala seneler sonra hatırladığınızda sizi heyecanlandıran, şöyle bir içinizi titreten, kalbinizi çarptıran şeyler neler? Eşyalar mı? Mobilyalar mı? Ayakkabılar mı? Çantalar mı? Kıyafetler mi? Takılar, tokalar mı? İlk yüzüğünüz, küpeniz mi heyecanlandırıyor sizi? Yoksa yaptığınız bir şey mi? Daha önce Instagram’da sorduğumda da birçok cevap geldi, Birisi Zipline denemiş, diğer bir kişi rafting, diğeri liseyi bitirip cesaret edip 1 sene Amerika'da okumuş, biri ateş üzerinde yürümüş yani ben düşünüyorum bu BungeeJumping'in bile 10 yıl sonra size karşınıza çıkıp bunu anlatıyorsam ateşte yürüyorsam herhalde 3 günde bir anlatırım. Ateş üzerinde yürümek nedir ya? Muhteşem. Ama illa ki çok çok büyük şeylere gitmeye gerek yok. İlk yaptığınız yemek, ilk yaptığınız pasta, ilk ördüğünüz şey de birrer deneyim. Evet, belki büyük şeylerin etkisi daha da büyük oluyor ama bir kursa, bir atölyeye katıldıysanız orada yaptığınız bir şey bir heykel, bir tablo, bir ebru aklınıza ne geliyorsa hepsi birer deneyim. Deneyimler kesinlikle sizi daha zenginleştiriyorlar. Ruh olarak daha yukarıya taşıyorlar ve sizi siz yapıyorlar. Tekrarlayalım aldığınız eşyalar değil, yaşadıklarınız sizi siz yapıyor. Buradan çıkıp sahile inip bir yürüyüş yapmak, orada bisiklete binmek de bir deneyim. Önemli olan denemediğiniz şeylerin biraz peşinde koşmak. Ben demiyorum ki maymun iştahlı olun, devam ettirmeyeceğiniz şeylerin peşinde koşun ama bir şans verin. Yani ömrünüzde bilmiyorum 250 liralık, 300 liralık bir kurs var diyelim. Bir hafta sonu gideceksiniz ve size hiç daha önce yapmadığınız bir şeyi öğretecekler. Resim yapmayı öğretecekler, kilden seramik yapmayı öğretecekler. Onun yerine 300 liraya alacağınız ve 1 sezon giyip de ya da kullanıp da bırakacağınız bir kıyafeti, bir ayakkabıyı, bir çantayı düşünün. Bunlardan hangisi 10 yıl sonra hatırlanacak? Eğer henüz okumadıysanız ''İstif Çağı'' kitabına bir göz atmanızı öneririm. Orada aslında minimalizme birazcık şöyle tokadını da atıyor yani -minimalizm de çok sıkıcı diye- ama olsun geldiğimiz nokta aynıydı. Benim de kafamdaki minimalizm zaten eşyaları azalttıkça hayatımızdaki deneyimlerin artması üzerine olduğu için aslında James Wallman ile aynı kapıya çıkıyor söylediklerimiz. O deneyimciliği anlatıyordu, eğer bir alışveriş yapacaksanız bu yapacağınız alışveriş de sizi bir deneyime yaklaştıran bir alışveriş olsun diyordu. Hayatınıza yeni bir hobi katın ve bu alışverişiniz bu hobiyle alakalı olsun diyordu. Yeni hobiler öğrenin, kendinizi keşfedin diyordu. Ben de size bunu öneriyorum. Evet, tam da şu dönemde pandemi var; evet, o var insanlardan korkuyoruz ama dışarıda illa insanlarla beraber olarak değil hatta belki biraz daha mecazi konuşursanız içeride çok geniş büyük bir dünya var. Biraz o dünyayı keşfetmemiz gerekiyor. Biz kimiz, neyi seviyoruz, neden hoşlanıyoruz? Hobileri düşününce aklımıza sadece şu geliyor: Kitap okurum, müzik dinlerim, yürüyüş yaparım. Bunların hepsi de çok önemli, bunları küçümsemiyorum ama bunları söylerken bir gerçekten yapıyor musunuz? Yani müzik dinlerim derken müziği nasıl dinliyorsunuz? Müziği gerçekten iş yaparken arada laf olsun, ortamı doldursun, sessizliği doldursun diye mi dinliyorsunuz yoksa müziğin notalarının kalbinize dokunmasına, o ritmini yakalamaya dikkat ediyor musunuz? Hobi düşünüp size önermeyi düşünüyorum ama herkes birbirinden o kadar farklı ki... Kimi el işinden hoşlanıyor, kimi daha fiziki şeylerden hoşlanıyor,kimisi bir masayı ortaya çıkarmaktan hoşlanıyor, kimisi sadece görsel sanatlardan hoşlanıyor. Mesela dostum Çağla, o da Yogik Minimalizm’i deneyimliyor. Yaşam tarzıyla birlikte yoga pratiklerinde de sadeleşmeyi deniyor. Onun hikayesini de buraya eklemek istiyorum: https://chandayoga.com/yoga-ve-minimalizm-az-coktur/ Evet ne yapabiliriz diyorduk, bu kısım sizin bulabileceğiniz bir şey ama lütfen kendi içinize bir dönüp neyi sevdiğinizi, çok uzağa gitmeye gerek yok bir film izlediğinizde, bir kitap okuduğunuzda, biriyle konuştuğunuzda yaptığı bir şeyden bahsettiğinde sizi ne heyecanlandırıyor, ne meraklandırıyor buna bakmak bunun peşine koşmak önemli. Klişeleri pek sevmiyoruz, klişe adı üstünde aman basmakalıp sözler işte ne olacak, diyoruz ama klişeler güzel ama o klişelerin klişe olmasında arkasında bir yaşanmışlık, bir bilgelik var. O yüzden gelin eşya değil, anı biriktirelim; eşya değil, deneyim biriktirelim. Birikmiş eşyalarınız var onları da nasıl eleyeceğiz, ne yapacağız, nasıl sadeleşeceğiz, diyorsanız o zaman ya Youtube’daki videolarıma gidin ya turkisiminimalizm.com'a gidin ya da Instagram'da beni takip edin. Bu yazıyı da çok fazla eşya biriktirmeye yönelen, deneyim ile pek işi olmayan arkadaşlarınıza yollayın ve Instagram’da beni takip etmiyorsanız takibe almayı unutmayın. Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın...

  • Sizce gezegeni kurtarmak için süper kahraman mı olmak gerek?

    @LeviHildebrand benim çok sevdiğim bir Youtuber, her videosunu böyle açıyor, tam olarak söylemek gerekirse, burası dünyayı kurtarmak için kahraman olmak gerekmediğini kanıtladığımız kanal.  Çok yeni bir video paylaştı ve benim en sevdiğim konulardan olduğu için sizle de paylamak istedim. Bundan daha önce Levi, kalitelerini test etmek için 3 gri t-shirtü sık sık giymişti, aslında amacı bu olmasa da bu dönemde hiç kimsenin, aynı tshirtleri giydiğini fark etmemiş olduğunu görüyor (şaşırtıcı mı? : ), bence değil) Biraz daha ileri giderek çok sade bir kombin belirliyor: gri tshirt ve toprak rengi şort (aynı tonlarda 3 tshirt 2 şort bir de pantolon). Bu dönemde InstagraM’da, YouTube’da bir sürü içerik paylaşıyor, tiktok videoları çekiyor, hatta reklam filminde bile oynuyor. Ama kimse; Levi, sen hayırdır demiyor: )  Bu dönemden çıkarımları ise şöyle;  Eğer hepimiz “diğerlerinin ne giydiğimizi bu kadar önemsemediğini anlasaydık, bu kadar şeyi satın almaya meyilli olmazdık.  Zevkimize uyan az sayıda kıyafet almamız demek hem paradan tasarruf etmemiz hem de gezegene verdiğimiz zararı azaltmamız anlamına geliyor.  Ve tabii ki en dikkat etmemiz gereken noktalardan biri de aldığımız kıyafetlerinin kaliteli olması. Her zamanki gibi dipnotumu düşeyim, herkes üniforma gibi tek tip giyinsin gibi bir düşünsem hiçbir zaman yok. Aksine kıyafetlerimiz bizim çoğu zaman dışarıyla iletişime geçtiğimiz ilk yer (selam @zeyneperkan :) ) ama böyle deneyler aslında kimsenin bizim kaç kıyafetimiz var, hangisi yeni gibi konularda sandığımız kadar önemsemediğini hatırlatmak adına önemli. DİYORUM AMA şunu da hatırlıyorum Mathilda Kahl’ı paylaştığımda bunun tersi yönde de çok yorum geldi. Mathilda'nın yazısını da buraya bırakayım okumak isteyenler için: İşe her gün aynı şeyleri giyen reklamcı Siz ne düşünüyorsunuz?

  • Sade Yaşama Hakkınız Elinizde mi?

    Ceren, ya da @cerenlerinefendisi kendilerini tüketim dünyasında kaybedip "sade yaşama hakkını" kaybedenleri yazdı. Ama önce Ceren'in sade yaşama ilgisini "Beni bu hayatta en çok yoran, kıran, kızdıran şeylerin hep tüketmek üzerine kurulu mevcut sistemden kaynaklandığını fark ettiğimde bir yola girdim ve ayaklarım beni minimalizme/buraya getirdi" diyor. Hadi yazısına geçelim: Çoğu tüketmekle ilgili sorgulamadığımız alışkanlıklarımızı devam ettirebilmek uğruna bazen nelerden vazgeçiyoruz, şaşırmamak elde değil. Bu paylaşımda tam da bununla ilgili yaşadıklarımı derledim… Kankamız uzun süreli yurtdışına gidecek. Havaalanından yolcu edeceğiz, toplanıyoruz fakat "o" gelmiyor. Telefon ediyor; "Uyanamamışım, berbat haldeyim beni beklemeyin..." "Hazırlan 10 dakikaya, in aşağı seni kapıdan alırız" diyoruz. 10 dakikaya asla hazırlanamazmış, saçı başı berbatmış, bu halde hiçbir yere gelemezmiş, aylarca göremeyeceği kankamızı uğurlamaya bile… Şaka yapıyor sanıyoruz ama çok ciddi. öyle saç baş fönsüz, altına bir kot giyip dışarı çıkamaz; “Çünkü kaybetmiş artık ful makyaj olmadan, fönsüz saçlar ve özensiz kıyafetlerle güzel görünme hakkını.” "Çayı koy kahvaltıya geliyorum" dedi geçenlerde bir arkadaşım. "Evde inan peynir bile yok" dedim. Simit aldı geldi. Masada sadece memleketten gelen kuşburnu, memleketten gelen zeytin ve mis gibi simit... Ama "o"nun evine gidemeyiz böyle çat kapı. Hadi oldu da gittik, en az 4 çeşit peynir, 3 çeşit zeytin, sunum tabakları, değişik peçeteler, yani kuş sütünden gayrısıyla ağırlanırız. Asla çıkmaz bir zeytin bir kuşburnuyla huzurumuza; “Çünkü kaybetmiş artık sunumsuz sofralarda dost ağırlama hakkını.” Bir kanepenin altına, bir kilim atarsak, içine başımızı soktuğumuz gibi "yuva" yaparız orayı. Ama onun takımları olmalı, avizesi şıkırdamalı, halıyla koltuk uyumuna bakmalı; “Çünkü kaybetmiş sade yaşama hakkını.” "Düğün için bir şeyler almalıyım ama kredi kartı patlak" diyor arkadaşım. "Benimkilerden giy bir şeyler" diyorum, gülüyor, çünkü benim kıyafetlerim ne yeterince pahalı ne de yeterince süslü. "Giysene mavi elbiseni, sana çok yakışıyor" diyorum, "Onu üstümde kaç kere gördüler" diyor ve ödünç kredi kartıyla yeni bir elbise alıyor, “Çünkü kaybetmiş bir elbiseyi 5 kere üst üste giyme hakkını.” Bunun gibi daha bir sürü örnek sayabilirim. Bazılarımız asla bağlanılmayacak bir sürü şeye adeta şeffaf prangalarla bağlı. Üstelik bağlı oldukları hiçbir şeyi ne sorgulamaya ne de sorgulatmaya niyetleri yok. Bu körlüğü görünce sormadan edemiyorum; benim de var mı acaba böyle prangalarım?

  • HAYIR DİYEREK DÜNYAYI KURTARABİLİRSİN

    Oxford sözlüğünce seçilen 2019 yılı kelimesini (kelime grubunu) hatırladınız mı? #iklimacildurumu, yani iklim krizinden de bir adım ötesi. Bugün nelere hayır diyerek daha güzel bir dünyaya katkıda bulunabiliriz bakalım: - Hayır, kullanmadığım bu ürünün deneme boyunu almak istemiyorum, teşekkür ederim. - Hayır, kullanmayacağım bu promosyon ürününe (şapka, kalem, defter, anahtarlık) ihtiyacım yok, teşekkür ederim. - Hayır, poşet istemiyorum teşekkürler, bez çantama koyacağım. - Hayır, kahvemi karton bardakta istemiyorum, yanımda termosum var buna koyabilir misiniz? (#kahvemtermosta) - Hayır, yazılı bilete gerek yok, e bilet yeterli. - Hayır, hala çalışan hatta taksidini ödemeye devam ettiğim telefonumun yeni modeli çıktığı için değiştirmeme gerek yok. - Hayır bu size bu kataloğu postalayamam ama PDF olarak iletebilirim bu şekilde de rahatça inceleyebilirsiniz. - Hayır, online yemek siparişi verirken plastik çatal bıçak peçete paketi istemiyorum. - Hayır, küçük çocuğuma birbirinin aynı bir zıbına daha gerek yok ama çok isterseniz kitap alabilirsiniz. -Hayır, indirimde olsa bile ihtiyacım olmayan bu mutfak aletini satın almayacağım. Ben bunlarla başlamıştım ama sizden de harika eklemeler geldi, birkaçını paylaşmak istiyorum: - Hayır zihnindeki çöpleri iç dünyama bırakmana izin vermiyorum. - Bana iyi ve yararlı gelmeyecek her şeye HAYIR. - Pede hayır, yaşasın silikon kaplar. - Gereksiz kozmetik makyaj vs hayir🐴hayvanlari dogayi sevmeyenlere hayir🐴 sagliksiz gidaya hayir🐴 sigaraya hayir🐴 din dil irk ayrimi yapanlara hayir. - "Hayır, vaktimi sana harcayamam." diyorum. - Pikniğe giderken kullan at bulaşık götürmeye hayır. Siz nelere hayır diyorsunuz?

  • Minimalist yaşam bir varış noktası değil bir yolculuktur.

    Üzgünüm. Eşyaları eledik ama işimiz bitmedi sandıysanız daha yolumuz var ☺️. Bazen şöyle hatırlatmayı seviyorum : Minimalizm, bir bahar temizliğinden fazlası demek. Bir sadelik haline ulaşmak için adım atıp sonra da bu hali korumak İçin de bilinçle hareket etmek demek. Korkmayın. Hiç mi bir şey almayacağız diye soruluyor bazen. Tabii ki alacağız. Ama düşünerek , tartarak. Bi’ anlık heyecan, bazen sinir bazen de aman indirim kaçmasın korkusuyla değil. İçimize sinerek, ne aldığımızı malzeme ve kalitesini bilerek, ilerde kullanacağımızdan emin olarak. Bu sayfayı okuyorsanız, bu yolda benimle yürüyorsanız ayrıca teşekkür ediyorum. Eğer bu yolda ilerlemek isterseniz şu yazıyla başlamanızı öneririm: 28 Günde Daha Sade Bir Yaşam ya da sık yapılan yanlışlardan kaçınmak için şu videoya ne dersiniz?

  • Dizilerle Felsefe - Basit çözümler yanı başımızda

    ‘Çıkarken ütüye baktın mı?’ Instagram'ın dizi sevdalısı @zeynepg13 bugün bizi yine Yeditepe İstanbul'a götürüyor. Yeditepe İstanbul’daki Önem’i bilirsiniz. İlk eşini evliliğinin daha ilk ayında kaybetmiş, hayatını takıntıları ve korkuları ile kendisine zehrederek yaşayan biridir, ne yapsa derman bulamaz. Aslında belki de bulmak istemez. Sonra Doğan’la tanışır ve kendisini bile şaşırtacak kadar ister iyileşmeyi. Doğan’la olan buluşmalarından birinin öncesinde yine ‘Suyu kapattım mı, ütüyü fişten çektim mi?’ sorularıyla evden çıkamamaya ve kendini sabote etmeye başlar ama sonra, tam da o sırada o fişten çekip çekmediğine bir türlü emin olamadığı ütüyü yanına almaya karar verir. Fişte değil işte, çantada öylece duruyor; sen sağ, ben selamet. Bazen bu kadar net ve kesindir çözümler de bir türlü yanaşmayız. ‘Yapamam’ sanırız ama aslında yapmak istemeyiz, korkularımıza türlü çeşitli kılıflar buluruz. Sahip olduklarımızın bizi yönetmesine, onların bize sahip olmasına izin veririz, bunun değişeceğine bir türlü inanmayız. Çözüm hemen yanı başımızda olabilir aslında. Önem o ütünün fişte kalıp kalmadığını dert edinerek geçirdi yıllarını, bir o kadar yıl daha geçirebilir, ne de çok sevdiği Doğan’ı da kaybedebilirdi bu şekilde. Yapmadı. Bu sefer kendisine zarar vermeyi değil, kendisine rağmen mutlu olmayı seçti. İlk başta zorlansa da bir kere ikna olunca gerisi geldi. Bir derin nefes almaktan, daha mutlu olmak için biraz hafiflemekten, ‘en çok şeye sahip olunca’ değil de ‘kendimize kadar, kendimize göre’ neyse onu bulunca tamamlanacağımızı düşünmekten korkmayalım dilerim. Hafif günler olsun.

bottom of page