top of page

Arama Sonuçları

"" için 161 öge bulundu

  • Konfor alanından çıkmaya hazır mısın?

    Konfor alanınızı terk etmek ne kadar zor? Bazen çok zor , bazen sandığımızdan kolay. Bundan 20 yıl önce bir kişisel gelişim kitabında insanların kendileri için iyi olacak değişimlere ya da en azından yaşadıklarından muhtemelen daha iyisini sunan tekliflere bile konfor alanlarından yani alıştık ları ortam, alışkanlık, insanlar vs’den kopmamak için tereddütle yaklaştıklarını hatta kendi zor durumlarını en azından bildik acı mantığıyla tercih ettiklerini okumuştum. O zamandan beri dikkat ettiğim ve bu tuzaga düşmemeye çalıştığım bir alan bu. Ama öyle bir an geliyor ki 1 aydır sandalye üzerindeyiz diye kanepede oturmaya bile alışamıyor insan. Tabii ki bu 1 hafta böyle hissettirir ama düşünün ki sizi mutsuz eden bir alışkanlıkla, insanla, evle, işle yıllar geçirdiğinizi. Kimi zaman bu kadar dramatik olmuyor konu. Belki de oyle olması daha tehlikeli. Mesela son sadeleşerek özgürleş grubumdan bir katılımcı kıyafetlerinden bahsederken aslında onu mutlu etmeyen (nötr hissettiren) ama üzerine olan, beden olarak sorun olmayan kıyafetlerinden ayrılamadığını söyledi. Çünkü onlara zaman içinde alışmış onlarla nasıl görüneceğini biliyor. Onu çok daha mutlu eden kıyafetleri belki hali hazırda var ya da yoksa da almalı, içindeyken sizi “eh” diye hissettiren şeyler çok tehlikeli. Ortada görünür bir zarar yok., potansiyelin eksik kullanımı var. Sizi iyi hissettiren şeylerle donatın kendinizi. Bu illa ki lüks demek değil. Ama o elemeyi yapmak İçin kendinize zaman ayırmalısınız. Araya giren, sizi istediğinizden ayıran kimi zaman maddi nedenler olabilir. Ona sözüm yok. Ama evden çıkarken önünüzde iki seçenek varsa ve biri sizi daha iyi hissettiriyorsa onu seçin. Ve mümkünse hissettirmeyenle vedalaşın. Rafınızda sizi mutlu etmeyen bir çerçeve, biblo olmasın. Buzdolabı üzerinde size baktığınızda bir duygu uyandırmayan bir doğumgünü magneti olmasın. Hayatı bu şekilde yasamak size başka şeylerin kapısını da aralayacak. Kendinize ve ilgi alanlarınıza, sevdiğiniz şeylere daha çok değer vermeye başlamak gerçekten sizi daha iyi hissettirecek. Hadi o konfor alanından çıkın. Bir adımla başlayın. Gerisi gelecek. .

  • Dizilerle Felsefe #3 Emek Neydi?

    Herkese merhaba. Bu hafta Zeynep yine 7 Numara'dan yola çıkarak çok güzel bir konuya değindi. Emek. Ürün ya da hizmet, türü ne olursa olsun, arkasındaki emeği ne kadar düşünüyoruz? -Kaç şekerli içiyon? -Şeker kullanmam. -Güzeeel. Şeker sağlığa ve keseye zararlıdır. Keseye zarar gelirse sağlık bozulur. Sağlık bozulursa keseye zarar verir. -Poğaçaları beğendin mi? -Güzel. Eline sağlık ama malzemeyi biraz bol tutmuşsun. -Yoo, Behiye Yenge’nin artan unundan yaptım peynirleri de kalıbın kırıntılarından toplayıverdim. -Kıyafetin pek yakışmış, hangi mağazadan? -Sağol. Hırkayı kendim ördüm, elbiseyi de Be hiye Yenge’nin artan kumaşlarındandiktim. -Benimle evlenir misin Meryem? Yedi Numara Günlerdir tamamen ya da kısmi de olsa sürdürdüğümüz karantinalarımızda emeğin karşılığı ile ilgili düşünmeye fırsat bulabildik mi acaba? Ne kadar da gereksiz para harcadığımızı fark ettiğimiz şeyler olduğu kadar ‘Kaç lira verdiysem helal olsun, az bile vermişim’ dediğimiz kalemler de oldu mu? Bize sunulan bazı hizmetlerin kıymetini daha iyi anladık mı? Öyle insanlar olabiliyoruz ki bazen, en pahalı, en olmadık eşyaları hiç düşünmeden çat diye alıyor, sonra emeğinin karşılığını almak için çırpınıp duran insanlarla pazarlık üstüne pazarlık yapıyoruz. ‘Aman o da ne yaptı ki?’ diye düşünüyor, verdiğimiz paraya dertleniyoruz. Hayatta hep emeğimizin karşılığını almayı umarken başka insanların emeklerinin karşılığını vermeyi de unutmayalım dilerim. Para harcamakta temkinli olmakla insanların emeklerinin ederini bilmek arasında büyük bir fark var. Bu karantinadan tasarruflu olmayı öğrendiğimiz kadar paylaşmayı ve bizim için harcanan en ufak bir emeğin bile ne kadar kıymetli olduğunu görerek çıkıyoruzdur umarım.

  • Distopyalarda Kaybolduk

    Bu dönemde film&dizi tercihlerimiz değişti. Kendimizi birden distopyalar içinde bulduk. En basit tanımıyla distopya gelecek olan yıllar içerisinde korkunç şeylerin yaşanacağı durumları anlatıyor. İzlediklerimiz bazen canımızı sıksa da hem bir halimize şükretme hali veriyor hem de hayatın göz açıp kapayıncaya kadar nasıl değişebileceğini gösteriyor. Gerçi bazı şeyler var ki pek distopya sayılmaz. Sadece ne zaman olacağı belli değil. Black Mirror’da ya da Years&Years’ın bazı yerlerinde gördüğümüz teknolojiler kapıda örneğin. Sizin de katkılarınızla güzel bir liste hazırladım. Ben yanlarında 🍀 olanları izledim. Yalnız en çok gelen öneriyi en önce söyleyeyim: The Handmade’s Tale. Sizin bu listede olmayan önerileriniz varsa lütfen yorumlarda paylaşın. Film: Threads🍀 Contagion🍀 Bird box🍀 Lobster 🍀 Platform 🍀 Pandora (tam distopya olmasa da nükleer saldırı ile ilgili) The Road Minority Report Children of Men Twelve Monkeys🍀 The Truman Show🍀 (kişisel distopya gibi) V for Vendetta 🍀 The Matrix 🍀 The Hunger Games What happened to monday In Time 28 Days Later 🍀 Battle Royale Repoman (Jude Law’ın olduğu) Giver Gattaca Elysium Island The time Equilibrium Blade Runner Dizi Years and years🍀 Black Mirror🍀 The Handmade’s Tale Hot Zone Altered Carbon Dollhouse 3% Sense8 The OA Humans The 100 Fahrenheit 451 See Carnaval Row Orphan Black Utopia Traveller Kitap: Son Ada Uyandığında-Hillary Jordan Siyah Koku-Gülayşe Koçak Körlük - José Saramago 1984 - George Orwell🍀 Hayvan Çiftliği - George Orwell🍀 Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley Kafes - Josh Malerman Sineklerin Tanrısı - William Golding🍀

  • Dizilerle Felsefe #2 ‘Müsrüflüğün lüzumu yok’ ve hiç de olmadı

    ‘Otobüse binseydik bari Recep’ ‘Okul hemen şurası, müsrüflüğün lüzumu yok.’ ‘Hemen şurası dediğin altı kilometre.’ Yedi Numara Bugün söz yine "olana bitene eski dizilerden doğru bakmayı seven @zeynepg13 'un. Zeynep bu sefer 7 Numara dizisinden Recep üzerinden çok güzel bir yazı hazırladı. Yedi Numara dizisinin Recep’ini hatırlarsınız, hayattaki sloganı ‘müsrüflüğün lüzumu yok’ olan, sevgilisi Meryem’le ilk randevularında Meryem ‘Ben evden börek yapar getiririm, termosa da çay koyarım’ dediğinde onunla evlenmeye karar veren Recep. Bir şaka vesilesi olacak kadar cimri olduğuna inandığımız Recep Instagramla birlikte hayatımıza giren ‘link bırakma’ mevzusundan sonra sık sık aklıma düşer oldu, üstelik ona hak vermeye başlayarak. Sürekli biraz daha fazla almamız, tüketmemiz için bize adeta yalvaran bir dünyada yaşıyoruz. Hepsini giymemizin asla mümkün olmadığı kıyafetler, yememizin imkânı olmayan yiyecekler, evde olmasa kırk yıl aklımıza gelmeyen dekorasyon eşyaları, hiç alakamız olmamasına rağmen eve yığdığımız spor eşyaları hep bunun bir sonucu. Sanki o hayal ettiğimiz ve nedense başkalarının hep yaşadığına emin olduğumuz ışıltılı hayatla aramızdaki mesafenin sebebi bir takım eşyalar. O ayakkabıyı bir alsak çok mutlu olacağız, o elbiseyi bir giysek, o küpe bir bizim olsa, o sandalyeleri bir koysak balkona evimiz dekorasyon dergilerinden fırlamış gibi olacak. Buna inanıyoruz, buna inandırılıyoruz. Corona virüsü ile tüm dünya karantina altında geçirdiğimiz günlerde bile değişmedi bu. Her yer kapalı, herkes olabildiğince evde, hayatı minimumda yaşıyoruz. Bu şartlarda bile hala ‘Evde giymeniz için en güzel on pijama linkini bırakıyorum’ diye reklam yapanlar, ‘Ev hayatının olmazsa olmazı’ diye abuk subuk kırk yıl görmesek aklımıza gelmeyecek eşyaları almamızın şart olduğunu iddia edenler var. Dünyanın içinden geçtiği şu tuhaf ve zor günlerde insan ‘olmazsa olmaz’ gerçekten ne demek anlar diye umuyordum hâlbuki ama öyle olmadı. En azından biraz düşünsek hunharca harcamadan önce nasıl olur acaba? Belki gerçekten ihtiyacımız yoktur o ‘sadece 17 tl’ye düşmüş tişörte’ ya da zaten kullanılmamış onlarca kozmetik varken bir tane daha avokadolu yüz maskesi almamız gerekmiyordur? Belki o sırada bizi rahatlatacak ve moralimizi düzeltecek şey o ‘sepete ekle’ tuşuna basmak değil de derin bir nefes almaktır, olamaz mı? Olabilir. Recep’in sözlerini kulağımıza küpe yapalım dilerim, sadece kendi cüzdanımız değil aynı zamanda ‘koca yaşlı şişko’ dünyamız için.

  • Gerçek hikayeler: Merve'nin sadeleşme hikayesi

    Instagram'dan ara ara çağrı yapıyorum, hatta bazen sizlerle mesajlaşırken bazı konulara değiniyorsunuz o zaman çok heyecanlanıyorum, o kadar güzel deneyimleriniz, hikayeleriniz var ki. Merve de bu kişilerden. Bazen mesajlarda bazen de canlı yayınlarda konuşunca ve onun yıllara yayılan hikayesini duyunca lütfen yaz dedim ona da. O da beni kırmadan hemen paylaştı hikayesini. O zaman yazmaya da tutkuyla bağlı olan @merveben._ in hikayesini kendi kaleminden okuyalım: (ben bir çizim sever olarak yazıya biraz sevdiğim çizimlerden ekledim, bire bir durumu tasvir etmeyebilir: ) ) Büyürken küçüldüm, büyüdükçe azaldım. Minimalizm ya da sadeleşme, basit yaşam; adına ne demek içinize siniyorsa tam olarak tüm kavramlar ile tanışmam tam olarak hangi yıldaydı anımsayamıyorum.  Ama zihnimde yakaladığım ilk görüntü çocukluğumdan. Biz kalabalık bir aileyiz. 3 kardeşim var benden başka. Ben de ailenin en küçüğüyüm. Yani, konu bana gelene kadar evler tutulmuş kalınmış defaen ve defaen taşınılmış. Eşyalar alınmış, yeniden alınmış ve daimi bir alma döngüsü fır fır yenilenmekte. Annemin el işi malzemeleri, babamın kitapları (yıllar yıllar sonrasında teknoloji malzemeleri eklenecekti), dört çocuğun eşyaları, ıvır zıvır kategorisinde hatrı sayılır şeyler derken. Biz gün geldi 250 metrekarelik bir evde tıka basa oturur olduk. Orta okul dönemimdeydi. Ev çok ferahtı ve mobilya olarak fazlalık göze çarpmıyordu. Ta ki detaylara girene kadar. Dolap içleri, çekmeceler, envai çeşit  ’ birşey’ler. İçimde hep atma dürtüsünü gıdıklıyor. Anneme çıtlatıyorum ‘hayır atamayız’. Babama söylemeyi deniyorum, epey para yatırmış, yanaşmaz. Benden önceki üç kardeşim hiç oralı değil. Hiçbir şey onları rahatsız etmiyor gibi duruyor. Sonra ben kendi kendime diyorum ki; bende bir sorun olmalı o zaman.  Sonra mutfağa girmeye başladığım yani niyetlendiğim dönemde sürekli ben bir şeylerin yerini değiştiriyorum. Sonra birkaç gün sonra yine eski halinde. Bu beni çok yoruyor. Mutfakla aram pek iyi değildir. Ama sorunun kaynağı burada mı başladı hiç ama hiç bilemiyorum. 3 sene okulu evimden uzakta okuyorum.  Bu sürecin de beni çok beslediğini düşünüyorum. Yani orada üçücük bir dolaba sığmaya çalışmak hayatı epey sorgulatıyor. Hele ki içinizde zaten var olan bir şeyin nasıl tecrübe edeceğinizi görüyorsunuz.  İki gözlü dar uzun bir dolabın tek gözüne sıkış tıkış sığıyorum. Ama yatakhanede bazısına yetmiyor o dolaplar yatakların altı çalışma masalarının en tepesini dolduruyorlar.  Bu işte kıdemli olanların üç beş eşyası var. Ne eşya toplamakta ne seçmede telaşları var. O yıllarım böyle gözlem ve hisler arasında gidip geliyor. Ama aklım hep bu durumlarda. 17 yaşında eve dönüyorum.İki üç sene sonra  ilk kez kendime ait bir odaya sahip oluyorum. Kardeşlerimden ikisi şehir dışında. Birisiyle aynı odayı paylaşacağız. Ama benim odam diyeceğim bir yer olacak yani. Gidiyoruz halı perde dolap alınıyor. Ben o odayı süslemeyi hiç beceremedim. Yani bir yerlerine ufak tefek şirinlikler ekledim tabi. Ama böyle süs püs dekorasyon filan yapamadım. Ama kendimde hep bir arıza arıyorum çünkü etrafımda kimse öyle değil. Tek zaafım kırtasiye malzemeleri.  Gardrobum epey kalabalık ama yeni almaktan ziyade abladan kalanlar hesabı. Gidip mağaza mağaza dolaşayım, saatlerce kombin düşüneyim, yok daralıyorum. Sonra ailem artık tamamen bize ait olacak eve taşınıyor. Kendi evimi kurmadan önceki son durak. İki katlı ve ikinci katında minik minik odalar tüm çocuklar için. O evin yapılış aşamasında odaları belliydi ve site bitene kadar rüyamda istediğim o odayı gördüm. Minicik ufacık bir çatı arası. Şu an da dahil hayatımın en doyuma ulaşan sadelik hissini 2 sene kadar o odada yaşadım. 2010 yılını milat sayıyorum kendime bu sebeple. Giysi dolabım bu odada değildi.  Odada olanlar şu kadardı. Bir yatak (birkaç ay sonra bazasını da kaldırıp direk süngerinin üzerinde yattım). Bir tane minder sırt yastığıyla birlikte. Bir tane iki çekmeceli komodin. Kişisel eşyalarım buradaydı. Penceremin pervazı derindi ve oraya da ufak tefek bir şeyler koyabiliyordum. Bir tane de meyve kasası almıştım marketten atacaklardı. Onu da kitaplık yapmıştım kendime. Kitaplık dediysem, tüm kitapları üst üste dizip bir nevi dekor olmuştu. Yatılı geçen 3 senenin ardından bu bana tamamen izole olmuş ve yeni hayatıma hazır olmuş hissi veriyordu. Tek sorun, odamın dışındakilerdi. Odamda her şey yolundaydı. Ama evin tüm odaları hınca hınç dolmaya devam ediyordu. Ayıkladıklarım oluyordu, ancak bitmiyorlardı. 2012 yılında evlenmeye karar verdik eşimle. Annem ablama hazırladıkça bana da çeyiz hazırlamış tabi. Ama hevesini kırdım ben seneler boyunca. O haliyle bile bir baza altını silme dolduracak kadar sadece el işi vardı. Hepsini seçerek aldım. Evimde kullanmayacağım şey istemiyorum diyerek annemin kalbini epey kırmak zorunda kaldığım bir dönemdi. Son bir isteğini kırmayıp evime çeyiz düzülmesine müsaade ettim. Ama şöyle kapıların üzerine işlemeli havluların konulduğu tarzdan. Eşim ile bu anlamda fikirlerimizin örtüşmesi büyük nimet benim için. Evlendiğimiz gün ilk iş tüm odalardaki dantelleri aklınıza gelebilecek tüm örtüleri kaldırıp hurca koyduk. Asıl meselem o zaman başladı... Fikir olsun diye bu kadar detaylı anlatıyorum. Yeni evlenecek arkadaşlar için de .. Mutfağımda 6 kişilik bir masa, 4 sandalye 4 tabure. Salonumda 3+2+1 koltuk takımı. Katlanır 4 lü sehpa. TVsehpası. Yatak odam normal standart bir takım. Son bir odam kalıyordu. 4 minder, 1 kitaplık ve bir çalışma masası. Eşimin de bir bisikleti bu odada duruyordu. Bir tane de 2 kapaklı ayakkabılık. Tüm mobilyam bunlardı işte. Mutfak eşyam da abartı değildi. Fakat annemin aldığı şeylere kıyamayıp -hem tüketim bilinci açısından da- eve getirdiğim için görsel bütünlük hoşuma gitmemişti. 8 senedir o kısım hala öyle. En başında sade bir takım alıp işi kapatsaymışım – fincanından tabağına- sanırım çok daha ferahlardım. 12 kişilik yemek takımı, 6 kişilik günlük takım işimi gördü. Tabi hediye gelenler, kullandıklarım, kırılanlar, geldiği gibi hediye gidenler döngüsü oluştu. 2012 senesinde bir sadeleşme mail grubumuz vardı. O sene ben yeni gelin evimden kocaman bir mutfak robotu takımı bir tane sandıklı misafir çatal kaşık takımını da içeren eşyalar çıkardım. Sürekli uyarı alıyorum. Merve yapma, bak pişman olacaksın. Acele etme. Sonra baktım göze batıyorum. Fazla havluları, patikleri, dantelleri, işlemeli nakışlı nevresimleri  ufak ufak bu seneye kadar anneme gönderdim. Son hurcu da geçen yaz ablamların bagaja yükledikten sonra hiç unutmuyorum ablam ‘anne, bu kız ufak tefek derken bütün çeyizi geri yolladı sana. Bekle de kendisi de gelmesin’ diye takıldı bana. O son hurç gidince koca bir tır kalktı omzumdan sanki. Çünkü annemle zevklerimiz çok ayrı, yani benim kullanabileceğim türde otantik danteller ya da daha nasıl desem bana uygun şeyler değiller yani. Bir dekorasyon ögesi yapacağım tipte değiller. Ama o dönem annem tek tek bu elişlerini öğrenmek için gelen insanlar ağırlıyordu evde. Benim reddetmen çok gücüne gitti. Evliliğimin 8. Senesindeyim. 5. Evimdeyim. Mobilya olarak eklenen şeyler. 1 koltuk, bir mini giysi dolabı, 1 montessori yatak çerçevesi ve kızımın minik masası. Bu kadar. O koltuk da son 2 senedir gözüme batıyor. Hala daha çıkardığım şeyler oluyor. Ama evi şöyle bir gezdiğimde beni tatmin ediyor. Sadeleşmek biten bir şey değil, bir süreç olarak da görmüyorum. Sürecin de bir bitişi vardır yani. Bu bir yaşadıkça nefes alıp veren, hayatımıza bağlı bir organizma gibi. Alışveriş alışkanlıklarımı tam bir düzene oturttum ama bu süreçte. Şu an gereksiz, hevesle, belki kullanmam ama bir alayım diyerek yaptığım alışveriş yüzde 10 diyebilirim. Kıyafet alışverişini senede 2 kez mevsim geçişlerinde kilo değişimim varsa ve eğer gardrobumda eksik bir parça varsa yaparım.  Hiç giysi almadan pas geçtiğim seneler oldu. Şu an epey sade olan dolabımda sizin bir kapsül gardrop challangenizde kıyafet seçerken farkettim. Zaten yaklaşık 10 parça ile dış giyimimi geçiriyorum. Bunun uzun seneler benim bir gedikliğim olduğunu düşünerek bu konuda kendimi farklı anlamda geliştirememiş olmak beni üzüyor. Mesela şu an tüm kıyafetlerimi atıp sadece gerçekten rengi dokusu her şeyiyle seveceğim 5 dış mekan 5 iç mekan kombini almak istiyorum. Ben minimalizm yoluna başladığımda Türkçe kaynak yoktu. Gerçekten sadece tecrübelerini konuşup yazışabileceğiniz birileri varsa konuşup yazışıyordunuz o kadar. Zaten reel çevremde tam bir arızalı gözüyle bakılıyordum. Bu sebeple şu anda böyle ardı ardına minimalizm hesapları paylaşanlar savunanlar, doğal ve sürdürülebilir hayata doğru da bir yönelim artışı gördükçe umut doluyorum. Bu yüzden anlatasım bitmiyor geçmiyor. Herkese daha az ile yaşama yolunda istedikleri yere ulaşmalarını dilerim. Dileyenler olursa kendilerine yapabileceğim bir katkım olursa çok sevinirim, bana Instagram'dan ulaşabilirler.

  • Dizilerle Felsefe #1 - Aynı anda çok iş yapmak bir nimet mi yoksa bir sorun mu?

    -Anlatma bana Yusuf, serseri bir gezegenden ne farkın var senin? Bu gençliğinle kuvvetinle ne yapacaksın çok merak ediyorum. -Ne mi yapacağım? Bir gün tüm gücümle âşık olacağım, işte o kadar. Yeditepe İstanbul Bugün söz "olana bitene eski dizilerden doğru bakmayı seven @zeynepg13 'un. Yeditepe İstanbul’un serseri gezegen Yusuf’undan sonra en son bütün gücüyle sadece tek bir işi yapmanın iyi bir fikir olduğuna inanan kimseyi gördük mü hatırlamıyorum. Görmedik büyük ihtimalle zira sınırsız tüketim dünyamızın küçük tatlı bir şakası sonucu ‘multi-tasking’ denen bir illete yakalandık. Aynı anda birden fazla işi becerebilme diye çevirebileceğimiz bu halin bir rahatsızlık değil, övgü toplaması gereken bir özellik ve hatta bir olmazsa olmaz olduğuna inandırıldık üstelik. ‘Bugün sadece kitap okuyacağım’ diyen bir insanı iflah olmaz bir kaybeden olarak kodladık aklımızda, ‘Mis gibi temizledim evi’ diyen birine zaman kaybının atası gibi davrandık. Bütün bunlar olurken bir yandan da malımızı mülkümüzü, paramızı pulumuzu meditasyon kurslarına, anda kalmayı anlatan kitaplara, seminerlere yatırdık. Ancak öyle yapınca rahat etti içimiz ama konuyu komple yanlış anladığımızı kabullenmeyi reddettik. En #hashtag’li yogayı yapan, en meşhur seminere giden, en bütün kitapları satın alan en anda kalan olacak diye düşündük sanırım ve hiç de öyle olmadığını anlamak işimize gelmedi çünkü bu kısımları yapmak kolay, gerçekten kendimizle kalmak zordu. Biliyorum içinden geçtiğimiz şu dönemde her zamankinden zor ama ne olur, lütfen bir kere deneyelim o an ne yapıyorsak sadece onu yapmayı. Araba sürüyorsak sadece bu olsun aklımızda, film izliyorsak ona bakalım sadece, çocuğumuzla oynuyorsak birazdan ne pişireceğimizi ya da gelen mailleri düşünmeyelim, uyumadan önce yarını düşünüp kendimizi germeyelim. Yapması yazmasından da söylemesinden de çok daha zor biliyorum ama denemeden olmaz ve denemek için de illa çok paralar harcayıp çok zahmetlere girmeye gerek yok. Hemen şimdi, oturduğumuz koltukta, yürüdüğümüz yolda, olduğumuz mutfakta, sildiğimiz camda, okuduğumuz kitapta, neredeysek orada olalım. Bu multi-tasking dehlizine daha fazla düşmeyelim. Sade günler dilerim.

  • #evdekal ırken bir günlük rutin oluşturmak

    Siz de bugün günlerden ne şaşırıyor musunuz? Ben dün akşam bayağı bir süre salı/çarşamba karmaşası yaşadım. Günlerimiz birbirine çok benziyor, artık bunları verimli mi geçireceğiz, sakin mi kalacağız bu ayrı bir konu ama bu #evdekal dığımız günlerin bir yerde biteceğini ve normal hayatımıza döneceğimizi unutmamak lazım. İç disiplini yüksek olanlar için sorun yok ama benim gibi akışına kapılıp gitmeye meyilli olanlar için çok sıkı olmasa da bir günlük akış belirleyip rutinlere uymak gerçekten önemli diye düşünüyorum. Siz isterseniz adına alışkanlık da diyebilirsiniz. Herkesin durumu aynı değil: halihazırda evden çalışanlar ve rutinlerine varsa çocuk eklenenler, belirli bir süreliğine işyerine gitmeyip evden çalışanlar, ev hanımı olanlar, işi bir süre için toptan kapananlar (kafeler, oteller vs). Halihazırda evde olanların oturmuş bir düzeni oluyor ama her gün hazırlanıp dışarı çıkan tayfadansanız evde olmak başta çok konforlu ve bu konfor sizi sıcacık kollarına alırsa durum fena.: ) hatta aslına bakarsanız daha önce evde olanlar için bile farklı bir dönem bu. O yüzden onların da bu dönemde kendilerinde gerekli değişimleri yapmaları ya da da adapte olmaları gerekiyor. Paylaşılan evde şunları yapın, bunları deneyin içeriklerinin de (en azından kendi adıma) temel amacı buydu, her gün aynı pijama ya da eşofmanla kendimiz bir diziden diğerine vermemek. Kendimize hiç olmazsa her gün yapmamız gerekenler listesi hazırlayalım. Çok ciddi bizi zorlayıcı bir liste değil de gün içinde Farklı kıyafet giymek, meyve yemek, 1 öğün sebze ya da salata yemiş olmak, 10 sayfa kitap okumak ya da 1 podcast dinlemek, evde dans etmek/esnemek ya da herhangi bilinçli bir hareketlilik içinde olmak (ben ev işini de buna ekliyorum 🙈), 1 sevdiğini aramak gibi normal hayat akışından kopmayacağımız, fiziki sağlığımızı koruyacağımız şeyler. Dünya olarak zor bir dönemden geçerken dönem bittiğinde kendimizi hala biz olarak bulabilmek üzere önerilerim bunlar. Karantinada 19. Günümden sevgiler

  • Hemen dinlemeye başlayacağınız bir podcast öneri listesi

    Podcast dinlemek önceleri yaygın bir alışkanlık olmasa da artık birçok platformda Türkçe olarak hazırlanmış müthiş podcastlere rastlamak mümkün. Ben de sizin için bu derya deniz alanda keşfetmekten mutluluk duyacağınız bir liste hazırladım. Ama önce müjdeli bir haber: ) Ben de uzun zamandır istediğim podcast yayınlarına başladım. Bu liste ile güzel bir tesadüf oldu çünkü dün akşama kadar nerden başlasam ne yapsam bilemiyordum. Sonra bir arkadaşımın yönlendirmesiyle hemen bu sabah oturdum ve ilk bölümü kaydettim. İsterseniz burdan dinleyebilirsiniz. Gelelim listemize. Öncelik benim takip ettiğim iki kanalda, aynı zamanda beğenilerde de ilk sıradalar. İkisi de birer Storytel işi ama iTunes ve Spotify’dan da ulaşmak mümkün. Nilay Örnek - Nasıl Olunur: işinin ustalarına soruyor; nasıl olunur? Şu an itibariyle 53 birbirinden güzel sohbet var.  İlk Sayfası- Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu: yazarlarla kitaplarının ilk sayfaları üzerinden bir yazı atölyesi  İkinci işleri de yine liste başı: Nereden Başlasam -Mirgün Cabas ve Can Kozanoğlu: Psikanaliz, caz gibi konuları uzmanlarıyla konuşuyor. Elif Doğan- (@blogcuanne)Feminist Eksen- Sadece storytel’de, 8 bölümlük, konuklu şahane sohbetler Bunu ben de yaparım- İbrahim Selim : Kent hayatına dair sohbetler Geriye kalanların çoğu sizden gelenler, duymadıklarım için biraz internette araştırma yaparak bilgi ekledim. O tarz mı: Can Bonomo ve arkadaşlarının sohbetleri Umarım Annem Dinlemez - tuluğ özlü nün annesinin duymak istemediği şeyleri anlattığı program Anlatsam roman olur - Gazeteci Nida Dinçtürk'ün podcast dizisi. Melikşah Altuntaş - Film Koması : film listeleri ve daha fazlası. İnanç Ayar: Bir yaşam biçimi olarak girişimcilik Ünsal Ünlü: Her gün, gazetelerin yazmadıklarını anlatıyor. Portakal Ağacı : Hadisler, Dualar ve bunların üzerine sohbetler Yoldayız geliyor musun - Ece Targıt – 2018’den beri yayın yapıyormuş Onarıcı - Anadolu Meraları : Tarım uzmanı Durukan Dudu ve müzisyen Can Kazaz’ın projesi Kentte Ekolojik Hayat: No Poo tecrübesiyle Spotify'da yerini almış, gerisini de heyecanla bekliyoruz. Mucip İşler ile Bi İşler: @mucip_isler in yeni başladığı podcast, sürdürülebilirlik, permakultur ve fazlası. Kendisi hatırlar mı bilmem ama aslında ben onu çocukluğunu bilirim ve babasına selam ederim: ) Fularsız Entellik : Halk için halka rağmen entellik demiş Unicornun Gözüyle: Çetin Çetintaş’ın podcasti Başak Kablan: Youtube videolarının ses kayıtlarını paylaşıyor. Beyhan Budak : Buraya özel içerik üretiyor. Bir de sizden Instagram postuna gelen öneriler var: @gerisihikayekorku —> korku sevmem demeyin insanlık tarihi, etimoloji, genel kültür hepsi var @crimejunkiepodcast gerçek suç olaylarını ve süreci anlatıyorlar. @fahirogunc ve @egekayacan ın 20 yıldır Ankara özelinde yaptığı #modernsabahlar @judith_malika_liberman ın Masal Bu Ya program kayıtları @daskalt ın podcasti mizah anlayışına uyanlar için efsane Açık radyonun podcast kayıtları: Sudan gelen, tohumdan hasada ekolojik yaşam, bir dolap kitap, bir yaşam dili şiddetsiz iletişim, açık mimarlık, Didik Didik Freud Kendi sesiyle konusan insanlar- Hasan Arslan Yıldız Tozu : özellikle ‘Yıldız Tozu Saçan Kadınlar’ serisi @denizdulgeroglu : Merdiven altı terapi Eray Erdoğan: 5 Kişi Podcast Gönül Sedası: Kemal Sayar ve Sadettin Ökten Havadan Sudan: @handetekturan ve eşi Mehmet Turan @dunyanereyegidiyo : Alex ve Hakan Hamilelik Rehberi : Kağan Kocatepe Endişeli Psikolog: Zeynep Özgen Bakalım bunlardan hangilerini takip listenize alacaksınız. Benimle de paylaşmayı unutmayın.

  • Evdeki Vakti En Verimli Şekilde Geçirmek İçin 10 Öneri

    Herkese merhaba. Geçtiğimiz haftaki açıklamalardan sonra benim gibi bu dönemi mümkün olduğunca evlerde geçirmeye karar verenler için bazı öneriler hazırladım. Bazıları dün hikayeme cevap veren sizlerden geldi. Önerilere geçmeden önce duruma bakış açımızı bir karantina gibi değil de daha güvenli bir ortam yaratmak için bir seçim olarak değiştirmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Umarım bu seçim gerçekten faydalı da olacak. Tabii ki tek başına olmakla kalabalık olmak ya da çocuklarla olmak farklı durumlar, bu öneriler kendinize bir süre kaldığında bununla ne yapacağınızla ilgili daha çok: ) Kendinizi sadece TV/ Youtube/ Netflix e kaptırmadan önce (ki bu çok olası, kendimi de bu döngüde çok tutmamak hedefim) başka neler yapabiliriz hatırlamak. Öncelikle bol su içmeyi, mümkün oldukça hareket etmeyi, açık havada zaman geçirmeyi ve sevdiklerinizi aramayı unutmayın diye başlamak istiyorum. Sonra neler yapalım? Bahara girerken sizce de eve el atmanın vakti değil mi? Katılmak isteyenlerle ben bugünden itibaren 31 günlük bir #turkisiminsgamemart başlatıyorum. Evi sadeleştirmek, elimizdeki eşyalara, alanlara bakmanın tam da zamanı. Biliyorsunuz cesaret ettim ve sonunda evde yeşillendik. Sizin de bahçeniz varsa bahçeyle yoksa saksılarla evde güneşli bir yerde ilk adımı atmak için güzel bir zaman olabilir. Yeni tarifler denemeye ne dersiniz? Hele de evde birileri varsa hadi beraber mutfağa girin. O alıp da bir türlü denemediğiniz baharatı bir yemeğe ekleyin, alıp da kıyamadığınız örtülerinizi serin, sevdiğiniz tabakları çıkarın. Bu dönemde moralimizi yüksek tutmak, sevdiğimiz şeylerle çevrili olmak önemli. Hareket etmeyi unutmayın demiştim ya, buna bir de 10 dk meditasyon eklesek şahane olmaz mı? Benim tercihim sabah güne başlarken ama pek başaramıyorum, günü kapatırken de müthiş olur. Kitaplarınıza alıcı gözle bakın, uzun zamandır okunmayı bekleyenler, yarım kalanlar, ödünç alıp veremedikleriniz. Kendinize gerçekten okumak istediğiniz, ilginizi çeken kitaplardan bir liste yapın ve okumaya başlayın. Udemy, Coursera gibi platformlar, cambly gibi uygulamalar var. 21 günlük bir öğrenme maratonuna ne dersiniz? Evdeyim diye kendinizi salmayın. Hatta bence fırsat bu fırsat normalde giymeye tereddüt ettiğiniz giysileri kombinleri yapın, Sizi ne, neden rahatsız ediyor - ya da denemeden bilemezsiniz belki de hiç rahatsız etmiyormuş meğer diyeceğiniz aydınlanmalar için dolabınıza dönün, saçınıza farklı modeller deneyin. Kenarda köşede kalan el işleriniz, biriktirdiğiniz ya da ertelediğiniz projelere el atın. Mesela geçtiğimiz yılın en iyi 20 fotoğrafından bir albüm yapın. Ya da bıraktığınız örgü, boyama, müzik aleti çalma… buna geri dönüp bir şans daha verin. Olduysa ne güzel, olmuyorsa da bununla ilgili şeyleri artık evinizde tutmayın. Özellikle evde tek değilseniz beraberce ekransız zaman geçirecek oyunlar düşünün. Çocuklarla lego oynamak gibi şeyler ya da kutu oyunları, satranç zar ve pul sesinden rahatsız olan yoksa tavla veya isim şehir gibi biraz nostalji. Her anımızı illa ki bir şey yaparak geçirmek zorunda değiliz. Sadece durun, bakın, gerçekten görün ya da hayal kurun. Ah 10 maddeye geldik ama liste bitmedi aslında. Müzik dinlemeyi unutmayın. Sevdiğiniz, duyunca şöyle bir elinizle ayağınızla ritim tutturan müzikler güzel gelmez mi mesela? Sizler de bunlar arasından yapacaklarınızı ya da listede yer almayan farklı fikirlerinizi lütfen paylaşın. Bu yazıyı ise bu fikirlerin iyi geleceğini düşündüklerinize yollamayı ise unutmayın. Bu yazıyı beğendiyseniz Akıllı Bütçe'nin şu yazısı da hoşunuza gidebilir: Evde para harcamadan yapabileceğiniz 11 aktivite .

  • Beklediğin gün bugün

    İnternette, farklı yerlerde sahipliği Can Yücel ve Özdemir Asaf'a mâl edilmiş bir söz var  Ömür dediğin üç gündür Dün geldi geçti, yarın meçhuldür O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür Kim söylemiş onu bir yana bırakırsak gerçekten de çok güçlü bir söz değil mi?  Hangimiz yeri gelip kendini keşkelerde kaybetmiyor? Keşke öyle demeseydim, keşke şöyle yapmasaydım... Ya gelecek için kaygılananlar? Özellikle de çocukları için endişelenmeden duramayan anne babalar. Bir duralım ve kendimize soralım, anda olmamız gerekirken ne kadar geçmişte takılı, ne kadar gelecek için kaygılı oluyoruz? Bir de bu işin harekete geçme tarafı var. Bu daha çok gelecekle ilgili kısım tabii. Ne kadar şeyi erteliyorsunuz? Benim hep ertelediğim bir şey vardı. Blogda yazdıklarımın yanı sıra size videolarla da ulaşmak istiyordum. Ama bir türlü başlayamadım. Teknik bilgim azdı, ekipmanım yoktu... İlk başta yararlı bulduğum ve görmenizi istediğim videolara alt yazı eklemeye başladım. Instagramda onları paylaştım. Sonra amatörce masaüstü bir şey yaratmaya çalıştım. Ve sonunda 2 yıl önce kamera karşısına geçip ilk YouTube videomu çektim. Bugüne kadar dile kolay 66 video çekmişim. Yarısına yakını sevgili arkadaşlarımla. Özellikle Ege ve @_zeynep_erkan kanalımın daimi konuklarından. Ama tekil konularda gelip bilgilerini deneyimlerini paylaşan da harika konuklarım oldu. 2. Yılın sonunda 10.000 abone ile tatlı bir grup olduk bence YouTube’da da. İyi ki başlamışım. Hatta bu dönem bir ara verdim gün artık geri dönme günü sanırım benim için. Sizler hemen bugün yapabileceğiniz neleri yarına (yarın diyip kimbilir ne zamana) bırakıyorsunuz? Not : Hala abone olmayanlar için abonelik linkini de bırakıyorum: Abone Ol

  • Balkon bahçeciliği, şehirde minik kaçışlar

    Merhabalar herkese, Bugün yine bir konuk yazarımız var, Instagram'da @plantsof.io. hesabı ile kendi sürdürülebilirlik çabalarını paylaşan Suna. Benim yeşile ilgim daha yeni, çünkü çok çekiniyordum. Suna da son dönemlerde balkonunu güzel bir amaç için değerlendirmeye başlamış. O zaman sözü uzatmadan ona devrediyorum: Merhaba ben Suna. Uzun yıllardır özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyorum, yoğun ve stresli bir iş tempom var. Biri ilkokula yeni başlamış, diğeri de ortaokula giden iki de çocuğum var. Evden iş için çıkışımla, tekrar eve girişim arasındaki 12 saatteki “iş kadını” kimliğimi, evimin kapısından içeri adım atar atmaz “anne” kimliğimle değiştiriyorum. İstanbul’da bir apartman dairesinde yaşıyoruz ve yaklaşık iki yıl önce permakültür kavramıyla tanıştım ve ardından balkon bahçeciliği yapmaya, ekoloji, sürdürülebilirlik gibi konularda yakından ilgilenmeye başladım. Kendimi bildim bileli yeşili, doğayı, bunun yanısıra ufak tefek de olsa bir şeyler üretmeyi sevmişimdir. Sayısını hatırlayamacağım kadar limon çekirdeği çimlendirme denemelerim olmuştur. Yaz tatilimiz yaklaştığında, yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini biriktirmeye başlayıp, tatil yolunda uygun gördüğümüz yerlerde arabanın camından çekirdekleri savurduğumuz çok olmuştur. Ancak bu ufak çabalarım pek bir bilgi kaynağına dayanmayan, hobi bile diyemeyeceğimiz düzeydeydi. Ve birçok şehirli gibi, kentten kırsala göç etmek bir hayal olarak kenarda dururdu. Ama bir gün “permakültür” le tanıştım... Permakültür kavramıyla tanışmam kitap okumayı çok sevmem ve Türkçe dilbilgisi kurallarına çok önem vermem sayesinde oldu. Okuduğum bir kitabın ilk sayfalarında çevirmeninin özgeçmişi yazıyordu ve permakültür tasarım kursu aldığından da bahsediliyordu. Nereden kulağıma geldiyse, “premakültür yerine permakültür yazmışlar, gözlerinden kaçmış herhalde” diye düşündüm ve internette “ premakültür” yazıp arattım, o “permakültür” diye düzeltti ve arama sonucu çıkan yazıları okumaya başladım. Ardından karşıma çıkan yazılar birbirini kovaladı ve ekolojik yaşam, sürdürülebilirlik, permakültür hakkında birçok kaynak okudum ve hem dünyada hem Türkiye’ de bu konuların üzerinde kafa yoran, çalışmalar yapan, kendi küçük ekolojik dünyasını yaratan, çevresini bilinçlendiren pek çok insan olduğunu gördüm. Hiçbirisiyle yüz yüze tanışmamış olsam da yeni bir sosyal çevreye adım attığımı söyleyebilirim. Ekoloji, permakültür, doğal tarım, sürdürülebilirlik gibi konular hakkında bir yandan kafa yorarken, diğer yandan “şehirde, bir apartman dairesinde otururken ne yapabilirimki, insanın bir toprağı olmalı... “ gibi düşünceler içerisindeydim. Derken bahar ayları geldi ve marketlerde saksı/toprak, pazarlarda da sebze fideleri satılmaya başlandı. Evimizin bol rüzgarlı, yılda 5 kez filan çıktığımız, kullanılmayan balkonunda denemek için 2 uzun saksı ve toprak aldım. Eşim de pazardan birer domates, biber, salatalık fidesi aldı. Fideleri diktik, arada suladık ve fideler tutup büyümeye başladı. Bu saksıların yanına, bir saksı bir fide daha derken eşim “Ne yapıyorsun, balkonu bostana mı çevireceksin?” dedi. Dedimki “Evet! Bostana çevireceğim?” Böylece balkon bahçeciliğine girmiş oldum. İlk yıl balkonumda domates, biber, salatalık, mısır vardı. Bir de bol rüzgar... Rüzgarın şiddetine, yönüne göre saksıları oradan oraya taşıyordum. Rüzgar varsa duvar dibine kuytuya alıyor, rüzgar yoksa balkondaki masanın üzerine güneşlenmeye alıyordum. Tabiiki sürekli evde olmadığımdan rüzgar bitkilerimi oldukça yordu ve çiçeklenler meyveye dönemedi. İlk yıl sanırım 3 domates, 6-7 tane biber yemişizdir. Sonra kış sezonu geldi, balkonuma birşey ekebilmem mümkün değildi, ben de balkonumda ufak çaplı soğuk kompost yaptım. Evin tüm organik atıkları bu komposta gitti diyemem, ama çay posası, yumurta kabukları komposta gidiyordu. Haftasonları ben evdeyken de sebze meyve kabuklarının minik minik doğrayıp komposta ekliyordum. Havalar ısınana kadar soğuk komposta devam ettim ancak sıcaklarla beraber koku ve sinek yapmaya başlayınca, kompostu ilk fırsatta büyük bir çöp poşetine doldurup annemin yazlığına bahçesinde kullanılmak üzere götürdük. Kış döneminde patates ve havuç yetiştirme deneyimim de oldu. Bu kış döneminde ise, sonraki yaz dikeceğim fideleri kendim tohumlarından yetiştirdim. Geçtiğimiz 2019 yazı çok verimli geçmese de nisbeten daha çok domates, biber yedik balkon bahçemden. Rüzgarın zarar vermemesi için de baharda balkonumu camla kapattırdım, tabi yaz boyunca rüzgar almayan tarafın cam kanatları hep açık durdu. Tatile gittiğimizde bitkiler susuz kalmasınlar diye, 5-10 litrelik pet şişelerden, kendi kendini sulayan saksılar yaptım. Yine farklı deneyimlerle, bir yazı daha balkon bostanımla geçirmiş oldum. O atıl, kullanılmayan, boş balkon gitti, yerine kenarına sıkışarak da olsa oturup çayımızı kahvemizi içtiğimiz, yeşil, canlı bir hayatı olan balkon bostanı geldi. Anlayacağınız, “ bu konulara ilgim var ama bağım bahçem yok “ demedim, ben de kendi imkanlarımca kendime küçük bir şehir bostanı yaptım. Denemekten hiç çekinmedim, “şu çekirdek acaba çimlenir mi?” diye düşündüğümde hemen denedim, sabredip bekledim, gözlemledim, araştırdım. Başarısız denemelerim de beni mutsuz etmiyor, her birine deneyim gözüyle bakıyorum. Balkon bostanım bizimle birlikte yaşayan, İstanbul’ un ve iş hayatının stresinden bir nebze uzaklaşmamı sağlayan ve aynı zamanda bir kap toprağın, küçük bir tohumla birleştiğinde nasıl verici olduğunu gösterip, doğaya saygımızı arttıran bir yer benim için. Balkon bahçeciliğini, balkonu olmayanlara da veya pencere önü bahçeciliğini, herkese tavsiye ediyorum. Tüketimin had safhaya geldiği günümüzde, üretmenin ne kadar kıymetli olduğunu görmek, çocuklarımıza da öğretmek gerekiyor. Deneyimlerimi paylaştığım @plantsof.io instagram sayfamla az kişiye de olsa ilham verip, en azından denemek için cesaret verebiliyorsam ne mutlu bana! Hale Hanım’a da blogunda bana yer verdiği için çok teşekkür ediyorum.

  • Hiçbir şey saklamayacak mıyız?

    Evet sorumuz bu: e minimalist olduk sadeleştik diye hiçbir şey saklamayacak mıyız? Tabii ki saklayabilirsiniz. Ama her konuda olduğu gibi bunda da denge söz konusu. Kitaplara olan sevgim malum, en büyük hayallerimden biri de çocuklarımın da benimle bu sevgiyi paylaşması. Kitaplığımda çocuklarım İçin ayırdığım beni zamanında çok etkilemiş 20 kadar kitap var. Videolarında kitaplığımız arkada göründüğünde hep e ne kadar çok kitabınız var deniyor. Açıklamam hep aynı: çünkü çok seviyorum. Sürekli alıyorum okuyorum veriyorum bir trafik var. Ve eşim kendi kitaplarını ya da benim baZı aldığım kitapları vermek istemiyor. Yine de o görünenin (bir tane de salonun diğer tarafında var) çok katı kitap çıktı evden. Hem evlenmeden önce hem evlendikten sonra. Kendi adıma elimde tuttuklarım kapağına bile bakınca bana bir duygu hissettiren ya da referans kitap dediğimiz geri bakmam gereken ya da böyle saklamak istediklerim. Bu işin kitap tarafı. Kıyafet ya da çocuğunuza kendimize dair bazı simgesel objeler olabilir. Onları de bir kutuda saklayabilir ve kendinize bu kutuyu sınır belirleyebilir ya da sergileyebilirsiniz. Sevdiğiniz bir eşarpla perdenizi bağlamak, eski bir kağıt vs koleksiyonu varsa onlarla dolap kapılarının içini kaplamak gibi. Böylece hep görür mutlu olursunuz (bu son cümledeki önerim Marie Kondo'dan). Eğer kitapseverseniz, söz konusu minimalizm olunca gerçekten kitap konusu çok tartışmalı oluyor. Sizlerle bu konuyu paylaştığımda bakın nasıl yorumlar geldi: - İşle ilgili kitaplar bir yere gidemez, ancak benim için yetersiz bulduklarımı veriyorum. Sanat koleksiyonumdan parça gidemez :) ama başka bir çok koleksiyonumla vedalaştım. Koleksiyonerlik esirlik gibi bir şey. Vazgeçmesi zor ama imkansız değil. - Alanımızla ilgili yeterli olan, hala baktığımız kaynak kitapların verilmemesi taraftarıyım. Onun dışında kalan roman gibi türlerden de bizi doyuran, donatan, zenginleştiren, ikinci üçüncü kez okunan kitaplar kalmalı. Gerisi acilen başka yerlere - öğrencilere, okullara, ikinci ele, sahafa - gidebilir. Yeter ki çöp olmasın - Ben bana eskiden hediye gelen, anısı olan ama artık gitmediğim kıyafet, şal, fular gibi şeyleri kesip dolaba, yorganlara, örtülere sabun kesesi yaptım, bez çanta yaptım. İçim rahat, hatıralar duruyor:))) - Kitap istifçiliğinden kurtuldum ama annem engel oluyor🤦‍♀️ne zaman bi kitap bitirsem ve bunu satıcam desem elimden alıp kendi evindeki kitaplığa koyuyor🤷‍♀️sağlam istifçiydim ben, e yengecim zaten tahmin edersiniz😀çocukların kıyafetlerine kıyamıyordum, hele minicik tulumlara, ilk oynadıkları oyuncaklara falan.ona da muhteşem bi çözüm buldum. 3 çocuğuma 3 kutu yaptım. ilk giydikleri giysileri, bebeklik battaniyelerini ve her yıl doğum günlerinde giydikleri giysileri saklıyorum. büyüyüp çocukları olunca sürpriz yapacağım😊 - Kitaplar en iyi dostlarımızsa, sayılarının çok olması sorun olmaz, dost biriktirmek güzeldir :) Sizlerin kitaplarla ilişkiniz nasıl?

bottom of page